14.05.2025
24 yıl önce yağmurlu bir Kasım ayı öğleden sonrasında elimde market poşetleri içine koyduğum kitaplarla Beyazıt Meydanı’nda tramvaydan indim. İktisat Fakültesi’ne doğru yürüyorum, sora sora Prof. Dr. Erol Manisalı’nın odasının kapısına kadar geldim. Kapıyı çaldım, hoca başını kaldırdı, (pek de özenli olmayan giyimim ve elimde poşetlerle beni görünce) hafif şaşırmış bir halde ‘buyurun’ dedi. Ben de ‘hocam zamanınız varsa kitaplarınız hakkında bazı şeyleri sormak istiyorum’ dedim. ‘Buyurun oturun’ dedi, ben öğrenci olduğumdan vs kısaca bahsettikten sonra kitaplarında altını çizdiğim yerleri sormaya başladım. Kısa kalırım zaten zamanı da olmaz diyerek gittiğim odasında 2 saatten daha uzun süre sohbet etmiştik. Ben tabi abartıp da hocanın 20 küsur olan o zamana kadar yayınlanan tüm kitaplarına ek olarak İktisada Giriş ders kitabı ile ilgili sorular sormaya başlayınca hoca gülerek iktisatla ilgili başka kaynaklar önermişti. İşin ilginci o sohbet süresince hocaya pek çok telefon gelmişti tv programları, konferanslar vs için. O yoğunluk arasında bana zaman ayırmasını açıklayan o sohbetin son sözleri olmuştu. ‘Görüyorsun sürekli bir yerlere çağırıyorlar ancak gittiğimde maalesef kimsenin kitaplarımı okumadığını sordukları sorulardan anlıyorum keşke tembellik yapmayıp da senin gibi anlamak için çaba gösteren insanlar olsalar’ demişti. Kendi adıma iyi hissetmiştim ancak hocanın değerli görüşlerinin merak edilmemesi ve bir tür “yalnızlık” hissini yaşamasına şaşırmış ve üzülmüştüm.
O zamanlar internet yaygın değildi ve ilk zamanlarında porno ve ilişki sayfaları yarısından çoğunu oluşturuyordu. Yani şimdilerde insanın varlığının mecburi bir parçası sayılan sosyal medyaların ataları insanın ilkel dürtülerine hizmet etmek amacıyla karanlıkta başlamıştı. İnternetin yaygınlaşması ve hızlanması ile birlikte yine zemin gereği ilkel olan ancak insan kısmi olarak değil bütün halinde sanal dünyaya taşındı! Sonrasında telefonlar ve en sonunda da yapay zeka ‘akıl’ kavramının yerini aldı.
Özellikle geri kalmış ya da kibarca gelişmekte olan ülkeler denilen yerlerde sanal dünya kutsal bir hak olarak görüldü. Erol Hoca olayında anlattığım kitap okumama, merak etmemeye yatkın bizim gibi tembel toplumlarda okumuş yazmış, ünvanlı insanlar dahi artık bağlamından koparılmış alıntı sayfalarından (ki çoğu da sahte) gördükleri kadar entelektüeller(!)
Beş yılda bir beş dakika oy kullanmak dışında gerçek hayatta örgütlenerek bağ kurmayan pek çok insan sanki söylediklerinin bir değeri ya da etkisi olacakmış gibi hayatlarının en değerli şeyi olan zamanlarını buralarda harcıyorlar. Oysa gerçek hayatlarında çalıştıkları meslekle ya da mahallelerindeki bir sorunla ilgili değiller. Gerçek dertlerini onlar dert etmeyince de haliyle kimse dert etmiyor. Etki edebilecekleri yerlerde yoklar ancak etki etmeyecekleri yerlerde fazlasıyla varlık iddiasında oldukları bir saçmalık içindeler.
Mahrem duygusu, çocukluk gelişiminde en önemli benlik gelişimi göstergelerinden biridir. Ancak insanlar artık günlük olarak gördükleri sosyal medyalarında, gerçek hayatta beş dakika oturup bir çay içmedikleri insanlar ile paylaşabiliyorlar.
Bilim insanı kendini gören ünvanlı insanlar dahi artık bilimin gerçeği açıklama, değiştirme gücünü bulduklarını yayınlamakla olduğuna inanmıyor olacaklar ki sözümona profesyonel hesaplarında bilim magazini ile uğraşıyorlar. Aslında bu modellerin cüretkar olanı deprem yorumlayan tıp profesörünün düştüğü zavallı durum ile aynı, tek eksikleri cüretkar olmamaları. Benim sık kullandığım bir söz var ‘geneleve gidip de kıble sorulmaz’ diye. Aslında ürettikleri ile değil de bu tür bilim magazini ile ortaya çıkanlar da eskinin magazin sözünü kullanmalı ‘çekmeyin, bedenimle değil, işlerimle gündem olmak istiyorum’ ki bu sözü kullananların doru düzgün bir iş üretmedikleri de açıktır.
Gareth Edwards’ın “The Creator” filminde doğudaki robotlar Budist inancındaydı ve ritüellere uyuyorlardı. Bizim entelektüelimizin de özünden uzaklaşıp gerçek hayattan kopup sanal ego ayinleri ile gerçeği zorbalamaları, gözardı etmeleri filmdeki robotlar misali gülünç bir çelişki! Ki çelişki kendini bileni geliştirir, şuursuz olanı ise sürükler sadece!
Örnekler bitmez ancak kendini ilerici sanan ve ailesi sayesinde en feminist, en ilericiyim diyen bir zavallı kadıncağızın bir videosuna denk geldim. ‘Evrene manifestlemeliyiz ama örneğin para istiyoruz demekle evren bize para göndermez, gereğini yapıp cüzdanımıza paraları düzenli koymalıyız ki evren bize inansın’ dedi. Daha acısı ise bu zavallının takipçilerinin hepsi doktor, mühendis, üniversite hocası vs!
Mehmet Ali Kılıçbay üstadım bu ülkede kitap yazmak birine mektup yazmak kadar az sayıda etki eder demişti kitabında yıllar önce! Artık o az sayıda insan da yok neredeyse.
Erol Hoca ile bitirelim yazıyı, sonraki yıllarda da trajik Ergenekon süreci de dahil bağımız sürdü. Eleştirdiğim yönleri de oldu ki yine bir başka ortak noktamız olan Attila İlhan ustanın başyapıtı olan ‘Hangi Batı’ kitabında geçen “aptal hayran olur, bağlanır, çünkü anlamaz; zeki, kuşkulanır, dibini karıştırır, çünkü anlar." Siz kendi hesabınıza ahmaklar defterine geçmek ister misiniz?” Sözü benim hayata bakışıma temel olmuş sözlerden biridir.
Sahi ne oldu ülkenin en büyük şehrinin belediye başkanı sosyal medyada mı hapsedildi?