09.10.2022
Tolkien’in edebiyat sahasından çıkıp şimdilerin popüler alanları olan sinema ve çevrimiçi platformlarda ilgi odağı olmaya devam eden eserleri, yaşamaya ve ilgi çekmeye devam ediyor. “Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri” adlı dizi de bunun son kanıtı.
Dizi yapanlar bu dizinin uzun soluklu olacağına eminler. Öyle olmasa sırf ortamın ve kahramanların tanıtılması 5 bölüm sürmezdi. İlk 6 bölüm boyunca ısrarla kötülüğün varlığına ve geri döneceğine inanan Galadriel karakteri var. Kişisel yaraları da olduğundan pek ciddiye alınmaz bu ısrarlı iddiası. Kendi ülkesinde olmasa da başka coğrafyalarda müttefikler bulur. Diğer taraftan gün ışığına hassas Orglar da liderleri Adar aracılığı ile kendileri için uygun bir yaşam alanı yaratma çabası için sürekli ve sessizce çalışmaktalar. Beş bölüm ilk sıcak çatışmanın yaşandığı 6. bölüm ve sonrasına hazırlık mahiyetinde yapılmış gibi.
6. bölümde dizi etkisini göstermeye başlıyor. Galadriel’in takıntısı olarak düşünülen Org istilasının nihayet gerçek olduğu anlaşılıyor. Orglar bir bölgeyi işgal etmeye kalktıkları sırada müttefikler saldırıyı gerçekleştiriyor ve yılanın başı büyümeden tam zamanında eziliyor. Orgların lideri Adar tutsak ediliyor. Kutlamalar, haklı çıkmanın gururu, tam zamanında yapılan ve keskin bir başarı ile taçlanan bir önleyici darbe… Her şey mükemmel görünmektedir. Ancak Orgların küçümsenmemesi gerektiği, tünelleri boşa kazmadıkları ve bir plan çerçevesinde hareket edecek kadar bir yönetici akla sahip oldukları görülür. Güçleri, disiplinli oluşları, korkunç ve acımasız oluşları, dayandıkları mitolojik iddialarla birleşince onların kaybetmeyeceğine inan bir işbirlikçi tarafından her şey bitti denilirken işler bir anda tam tersi yönde ilerlemeye başlar.
Anlarız ki Orglar, suyu tüneller aracılığı ile sessiz kalan yanardağa yönlendirmiş ve patlamasını sağlamayı planlamış, bunu da bir işbirlikçinin çaldığı anahtar ile yapmışlardır. Yanardağ patlar, coğrafya karanlığa, küle bürünür ve sadece Orgların yaşayabileceği diğer canlıların yaşayamayacağı bir habitat oluşur. Denebilir ki Orglar da can değil mi, onların da yaşama hakkı yok mu? Elbette var ancak Orglar belli bir alanı değil büyün dünyayı talep ediyorlar. Sorun da bu zaten!
Muhtemelen tam kaybettikleri anda Orglara bir tür yaşam öpücüğü veren bu işbirlikçiyi bir daha göremeyeceğiz dizide. Çünkü onun ederi sadece bu hareketi yapması kadardır. Tarihin çöplüğünde lanetle atılır.
Bundan sonra da dizi iyice dallanıp budaklanacak ve pek çok kayıp, zararla iyilik en sonunda yine kazanacak. Peki arada giden yaşamlar, doğa, zaman, enerji ne olacak? Büyük ozanımız Mahsuni Şerif ustanın türküsü misali “Boşu boşuna.” Elbette olayı yaşayanlar için bu boşu boşunalık. Masanın tarafı değil masanın kendisi olan kapitalist sistem için ise dizinin izlenmesine katkı sağlayan her şey başarı göstergesidir.
Tüm bunları aklımızda tutarak ülkemize dönelim. 1900’lerin başından itibaren bir varoluş savaşı vermiş ve sonunda da elinde ancak Anadolu’yu tutmayı başarabilmiş, eksiklerine rağmen modern bir toplum olma altyapısı olan bir ülke çıkarabilmiş bir toplumuz. Yine hatalarına rağmen bizim gibi bir toplum için mucize olarak görülmesi gereken laiklik, cumhuriyet gibi temeller üzerine inşa edilmiş bir ülkemiz var. Bir şekilde 2. Dünya Savaşı’na bulaşmamayı başarabilmiş ardından da soğuk savaş döneminde dondurucuya kaldırılmış olan bir toplumuz. Bu süreçte ülkemizin kurucu felsefesi unutulmuş, devrim ateşi sönmüş, daha çok sembollere indirgenmiş ve çürümeye terk edilmiş bir cumhuriyet söz konusu. Soğuk savaşın bitmesi ve Sovyet parantezinin kalkması ile dünya tekrar ısınmaya başlamış ve bizdeki dondurucuda kalan her şey tekrar gündeme gelmeye başlamış. Ancak sözde cumhuriyeti savunan insanların gerçekten cumhuriyeti savunduğu fikri öyle hakim olmuş ki gerçek cumhuriyet fikri hala dondurucuda kalmaya devam ediyor. Diğer taraftan dondurucudan hemen çıkan laiklik karşıtlığı, etnik kimlik siyaseti ise yol almış.
Bizim Galadriel’imiz yok! Tehlikenin farkında görünenler, umut olarak öne çıkanların yaptıklarına bakınca bu net olarak anlaşılıyor. Bir taraftan belli bir planı uygulayan, yanardağı aktif hale getirmek için tüneller kazan bir taraf var. Üstelik bu taraf efsanelerle, mitolojilerle beynini yıkamaya çalıştığı kitlesi de dahil tüm toplumu yoksulluğa, bıkkınlığa sürüklemiş durumda. Kadrosu olmamasına rağmen her yere nüfuz etmeye çalışıyor. Böyle olunca da liyakatsizlik ve onun getirdiği çürüme ve çöküşten kaynaklanan pis kokular her yere yayılmış durumda. Tüm bu şartlarda inanılmaz bir şey gerçekleşiyor. Karşı tarafın ülkeyi yönetemediği, toplumun gündelik yaşamında kendisini göstermekteyken (barınma, beslenme, çocuğun okul masrafları vs vs…) birileri bu iktidara hayat öpücüğü veriyor. Nasıl mı? Toplumun gündeminden kalkmış olan başörtüsü meselesine yasal güvence sağlayalım talebiyle. Zaten çözülmüş bir mesele ki bu artık.
Yerel seçimlerde ekonomik krizin etkisi ile büyük bir hezimet yaşayan bir iktidar söz konusu. O dönemden çok çok daha kötü bir epistemolojik kopuş söz konusu ekonomide. Ancak muhalefetin gündemi bu değil!
Sadece ekonomiyi gündemde tutarak kazanılabilecek bir durum ortadayken nasıl bu tür hatalar yapılabilir ki?
İnanın Michel Foucault’un mikro iktidar kavramı ile açıklanabilecek bir durum olarak görüyorum. Ve de muhalefet iktidar olmak istemiyor mevcut konumunu devam ettirmek istiyor sanki diye de şüpheye ve dehşete kapılıyorum.
Başkalarından da medet ummamak gerek. Onlar dizi heyecanla devam etsin diye aksiyon isterler. Ne kadar çok kaos o kadar iyi başkaları için. Aklımızı başımıza alalım ve unutmayalım ki karanlık ve külün içinde sadece Orglar ve Orglaştırılanlar yaşayabilir!