22.01.2023
Ülkemizde insanlar üç saati sosyal medyada olacak şekilde toplam sekiz saatini internette geçirmekte. Sinema salonları, DVD’lerin başına gelenler misali yok olma eğiliminde. Muhtemelen bazı AVM’ler hariç yakın gelecekte sinema salonu da kalmayacak. Çok değil 4-5 yıl öncesinde en fazla gişe yapan filmler çeken isimler isyan etmişti. Araya Kültür Bakanlığı vs girmişti. Sonra tekelleşen Mars grubuna karşı sert açıklamalar yapılmıştı. Geleceği ilk gören de gemiyi ilk terk eden de Yılmaz Erdoğan olmuştu. “Organize İşler 2” filmini Netflix’te yayınlamıştı. Şimdilerde ise Şahan Gökbakar “Recep İvedik 7” filmini, Ata Demirer “Bursa Bülbülü” filmini Disney Plus’ta gösterime soktu.
Hep söylediğim bir söz vardır. Bu ülkede uğruna savaşılacak mesele çoktur ancak birlikte savaşılacak örgütlü bir yapı maalesef yoktur. Büyük çoğunluk bütünün değil kendine düşen parçanın peşindedir. Bütüne güven olmadığından ya da sadece kendi bencil dertlerinin peşinde olduklarından dolayı halk arasındaki ifade ile hepsi “Ekmeğinin peşinde.”
Bunda da sorun yok aslında. Yeter ki bütünün haklarını savunur gibi yapmasınlar. Bütünü, şahsi menfaatlerine alet etmesinler. Başka ihsan istemez!
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki değiştirmediğiniz şey sizi değiştirir. Bir şeyi değiştirmek için de örgütlü olmak gerek. Ki bu bizim gibi toplumların en büyük sorunudur.
Bu sadece sinemada söz konusu değil. Bakın toplumun iyi eğitimli olan doktorları ya da öğretmenlerinin haklarını alamamalarının nedeni de bu örgütsüzlük nedeniyledir. Birlik yoksa, kıymet olmaz!
Geçelim bu can sıkıcı ezilenlerin ezilme nedenlerini. Kapitalist ezenlerin ruh halini anlama adına güzel bir film olan Scott Cooper’in yönettiği ve Christian Bale’in başarılı bir performans sergilediği “Solgun Mavi Gözler” filmini konuşalım.
Film 1800’lerde bir Amerikan askeri okulunda işlenen bir cinayetin sorgulanmasını konu ediniyor. İlk başlarda sıkıcı denebilecek bir hazırlık aşaması mevcut filmde. İçe dönük, bohem bir dedektif ve ona vakanın çözülmesi için yardım eden askeri öğrenci Edgar Allen Poe karakteri ana rollerde. Vahşice öldürülen bir askeri öğrencinin cinayeti araştırılırken zamanla başka benzer vahşilikte cinayetler işlenir. Sonrasında sara nöbetleri geçiren ve ordu doktorunun kızı olduğu anlaşılan bir kız ve ailesi de dahil olur. Edgar Allen Poe karakteri bu kıza aşık olur. Sırlar finale doğru seyirciye tek tek gösterilir. Doktor bilime bağlı olmasına rağmen kızını tedavi edememesinin etkisi ile bilime olan güveni sarsılır ve bilim dışı yollara açık hale gelir. Hatırlayın ülkemizde Sağlık Bakanlığı yapan Yıldırım Aktuna da ilerleyen pankreas kanseri nedeniyle bir umut olur düşüncesiyle Çin’de alternatif tıp yöntemlerine başvurmuştu. Aklın çözemediği yerde akıl dışı umut bezirganlarına maruz kalacağınız bir ortam oluşur. Toplumsal olarak uzun zamandır bu ruh halinde olduğumuzdan dolayı bu ruh halini çok iyi bildiğimizi, hatta bunun da kasıtlı oluşturulduğunu düşünüyorum. Bir tür “öğrenilmiş çaresizlik sendromu” ile uzun süredir yaşamaktayız. Üstelik bu duruma en fazla maruz kalan filmdeki gibi aydınlarımız olduğu da acı bir gerçek. Yoksa başka türlü nasıl açıklanabilir Fetullah Gülen’in kirli donunu ya da sümüklü peçetesini alan profesörler…
Filmde bu bilim insanı doktor, yenilgiyi kabul edip bilimsel metodu terk eder. Dedektif ile ilgili sırları da öğreniriz. Dedektifin kızı tecavüze uğramıştır. Tecavüz edenler ise öldürülen askeri öğrencilerdir. İşte bu filmin en güçlü noktası ve bakış açısıdır. Doktor, kaos anında bilimsel metodu terk edip, mistik bakış açısından medet umarken: Dedektif akla daha fazla güvenir ve kendince çıkış yolu olarak aklı seçen plan kurar ve hedefine ulaşır. Bilimsel metoda olan güveni ile planını uygularken yoluna çıkan yeni durumları da plana adapte eder.
Filmdeki Edgar Allen Poe karakteri ise ülkemiz entelektüeline örnektir. Olaylara bir kullanılan olarak giren ve en sonunda da meselenin perde arkasını çözen biridir. Tıpkı ordunun vesayeti kalkacak diye Fetullahçıları destekleyen, yetmez ama evet diyen, çözüm süreci adı altında iktidarın güçlenmesine farkında olmadan destek veren…
Canavar iyice güçlenip de her şeye hakim olup, görmemenin mümkün olmadığı büyüklüğe erişince de muhalif olan hatta mağdur olan entelektüelimiz gibidir. Oysa o canavarın bu kadar büyümesinde bir araç olarak görev yaptığını, kullanıldığını unutur.
Entelektüel oyuna dahil olan değil, oyunu kuran, rol model sunan olmalıdır. Aksi taktirde yukarıda bahsettiğim sinemacılar misali kendileri belki ekmeğinin peşinde olurlar ancak geçiş döneminde ekmek olan şey sonra gelenler için kırıntıya dönüşecektir!
Hz. Ali’nin bir sözü var. “İlim, bir noktaydı. Onu cahiller çoğalttı.” Misali günümüz entelektüeli sistemden parça işi sipariş alan ve onun aracı haline dönüşen, sistemin büyümesini, serpilmesini sağlayan sistemin bir aparatından ibaret hale dönüştü maalesef.