Sinemada teknik önemli, ne de olsa doğasında görsellik var. Benim için sinema dahil tüm sanatların bir meselesi olmalı. Sanat meseleler üzerinden aklı ve ruhu etkileme fırsatıdır. Etkiyi yaratmak için de anlatmaya değer bir derdiniz olmalı. Tüm sanatlarda her şey anlatılmak istenen öze odaklanmalı. Kamera, oyunculuk, senaryo, ışık, ses vs. vs. her şey odağa yönelik olmalı. Odağa doğru bir yolculuktur sanat. Bu yolculukta kullanılan az önce saydığım araçları abartılı kullanırsak hedefe geç kalabilir ya da ulaşamayabiliriz.
Elia Süleyman sineması için bu giriş şarttı. Filistinli ancak Hristiyan olması ‘Filistin meselesine’ daha tarafsız ve insani bakmasına olanak sağlıyor. Gücü olan ve sistematik bir şekilde uzun yıllara dayanan süreçte saldırgan taraf olan İsrail ama karşısında zayıf olan Filistin tarafının da günümüzde karar alıcı iktidar gücüne sahip olan yönetimleri olayları: Kendi inançlarının kutsal kitaplarındaki referansları esas alarak yürüttüklerini iddia ediyorlar. Bu tarz bir bakış açısının insani ve gerçekçi olmadığını tarihteki ‘Haçlı seferlerinden’ biliyoruz. Maddi güç için dini kalkan etmekten başka bir şey değil bu! Bu zeminden ‘insani ve normal’ bir şey çıkmaz, tarihte de çıkmamış. Ne çıkar? Zorunlu olarak ya da safiyane inançla cepheye sürülen sıradan fakir insanların kanlarının toprağa dökülmesi, o topraklarda dökülen bu kanlarla geleceği de karartacak nefret tohumlarını yeşertir ve bu kısır döngü yaratır. Sonuç insanlığın en eski yerleşim yerinde huzursuzluk, zulüm, kan… Bu trajedi üzerinden birileri kar elde eder. Dünyanın geri kalanı da bu ‘din savaşı’ algısının kirliliğini kabul ederek ya sevinir/üzülür tarafına göre. Tesla’nın dediği gibi bunlar ‘Dininiz var diye ahlaka ihtiyacınız kalmadığını sanıyorsunuz.’ Bu olaylara sistemin dayattığı ve göstermek istediği ‘din savaşı’ algısı ile değil, insani açıdan bakmak gerekir.
Biz Elia Süleyman’ın kamerası ile gözlemci olarak olayları aktardığı sinemasından örneklere bakalım. “Geride Kalan” filminde direnişçinin hayatının evreleri üzerinden insan manzaraları sunarak olayların perde arkasına ışık tutuyor. İntihar edenler, direnenler, kaçanlar, yaşadıkları acıların etkisi ile gerçeklikten kopanlar gibi pek çok trajedik insan öyküsü. Bu parçalardan birinde ana karakterin boş boğaz komşusunu gösteriyor. Bu tipik her şeyi bilen ancak aslında hiçbir şeyi bilmeyen bir cahil. Her cahil gibi de cesur ve patavatsız. Olaylara ahmakça yaklaşım ve çözüm önerileri var. Bir yerde de ‘s..kten korksak orospu olmazdık’ diyor. Bu karakter bizdeki ‘Osmanlı’yı arkadan vurdular, yok topraklarını sattılar gibi saçma sapan gerekçelerle orospuluk yapan tipolojinin benzeri. Kaldı ki bu mantık babanın suçunun çocuklara miras kalması demektir. Bunu kabul ederseniz diğerlerinin kutsal toprak hezeyanlarını da meşru kılar. Belki de bu tür bağlamından kopan büyük iddialarla sıradan insanı ezmek için bahaneler üretilmekte.
“Kutsal Direniş” filminde ise sistematik olarak Filistinlilerin yerlerinden sürülüp boşalan yerlere de İsraillilerin yerleştirilmesini ve bu yerleşimci denen işgalcileri normalleştirmenin yanlışlığını anlatan bir sahne var. İşgalci sürekli çöplerini Filistinli komşusunun bahçesine atar. Bir gün Filistinli bu çöpleri onun bahçesine geri atar. İşgalcinin bu duruma tepkisini gösteren diyalog tirajı-komiktir. “-Komşu çöplerini neden benim bahçeme atıyorsun? Utanmıyor musun? Evet komşu, bahçene attığım çöpler, senin bizim bahçemize attığın çöplerdir. -Ee ne olmuş? Yine de ayıp. Her şeyden önce komşular birbirine saygılı olmalıdır. Niçin sorunu önce bana söylemedin? Tanrı dili bize bunun için vermedi mi?” Tam da zulmedip sonra da karşıdaki hakkını savunmak için tepki verince onu barbar diye yaftalamayı anlamamış mı?
Yine bu filmde güzel bir sahne var. Batı’nın ikiyüzlülüğünü ve bu toprakların gerçek sahiplerinin kim olduğunu anlatıyor. Bir turist tarihi bir yeri soruyor İsrailli askere. İsrailli asker bilmiyor çünkü o toprağa ve tarihine aidiyeti yok! Polis aracında gözleri örtü ile kapatılmış, elleri kelepçeli Filistinli tutukluyu çıkarıyor ona soruyor. O da gözü kapalı bile tarif ediyor. Turist teşekkür ediyor, fotoğraf çektiriyor ve sonra herkes olan gerçeğe değil, gücün belirlediği çarpık gerçekliğe dönüyor. Aidiyeti olan toprağın asıl sahibi hücresine, İsrailli asker baskı ile durmaya çalıştığı hakimiyet alanına, turist ise fotoğraf çekmeye gidiyor.
Elia Süleyman filmlerini Filistin olayının gerçeğini anlama adına seyretmenizi öneririm. Geçenlerde yürüyorum. Karşıma bir görsel ve altında da başlıktaki yazı çıktı. Görsel Mescid-i Aksa değildi. Kubbet üs Sahra’ydı. Ancak bizim siyasal İslamcılar için ne önemi var ki bunun? Hem kubbenin sarı rengini altın sanmışlardır. Bir algıda seçicilik oluşmuştur. Gerçi altın olduğunu bilseler düşlerinde görmez gerçekten gidebilirlerdi. Çünkü kapitalist dünyaya İslamı sermaye ederek girebilen bu insanlar için aslolan rant gerisi teferruat ve sostan ibaret! Bunlar Vatikan’da doğsa katolik, İsrail’de doğsa Yahudi, Nepal’de doğsa Budist olurlardı. Hem de en koyusundan. Bunlar da sorgulama/düşünme/içselleştirme ile varılan bir inanç yok ki zaten. Aşkın, inancın ve devrimin kıblesi tektir. Bunlar da ise tüm bu değerler sadece bir araç olduğu için, güce göre rüzgar gülü misali kıbleleri değişmekte!