06.11.2022
Zeynel Abidin Bin Ali 1987’den beridir Tunus’u yönetiyordu. 75 yaşında, iktidarının 24. yılında devrildi. Devrilmesine neden olan ve geniş halk kitlelerinin katılımı ile gerçekleşen olayları başlatan ise 26 yaşındaki Tarık El Tayyib Muhammed Buazizi’nin sokakta meyve sattığı tezgahına polis tarafından el konulması sonrası yaşananlar oldu. Tunus’ta yoksulluk sıradan halk için rutin haline geldiği zamanlardır. Buaziz ise her gün yaşadığı bu sorunlara polis şiddeti ve aşağılanma da eklenince 18 Aralık 2010’da kendini yakarak intihar eder. Tunus’ta halk bu olayla birlikte ayaklanır. 4 Ocak 2011’de Buaziz ölür. 10 gün sonra da Bin Ali, Suudi Arabistan’a kaçar. Yasemin Devrimi olarak Tunus’ta adlandırılan bu olay sonrasında Fas’tan Irak’a kadar pek çok Arap ülkesinde isyanlara yol açacaktır. Arap Baharı olarak adlandırılan bu olaylar pek çok insanın ölümüne, bazı iktidarların yıkılmasına neden oldu.
Boğaziçi FF’de uluslararası yarışma bölümünde en iyi film ödülü alan Tunuslu yönetmen Youssef Chebbi’nin “Ashkal” filmi bu olaydan esinlenerek bir Yasemin Devrim hesaplaşmasına giriyor.
Kıdemli bir polis memuru olan Batal ve iş ortağı Fatma bir inşaat alanında yanmış halde bir ceset bulunduğu ihbarı üzerine vakayı çözmek için görevlendirilirler.
Olayın geçtiği Kartaca Bahçeleri diye bilinen alan Bin Ali döneminin elitleri için 2010’larda yapımına başlanan lüks konut projesinin olduğu yerdir. Sonrasında yaşanan devrimle birlikte bu proje askıya alınmıştır. Ancak yakın zamanda bu projeye yeniden başlanmıştır.
Yasemin Devrimi’ni başlatan kendini yakarak intihar olayının hatırasının da etkisi ile iktidar bu olayın basına fazla yansımadan kapatılmasını ister. Ancak ikili özellikle de Fatma, olayın bir cinayet olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır.
Fatma’nın babası da devrim öncesi ve sırasında işlenen polis şiddetini incelemek için kurulan komisyonun başkanıdır. Olaya hala görevde olan pek çok polis dahil olduğu için de Fatma’ya karşı teşkilatta bazen açıktan bazen de gizlice bir nefret söz konusudur. Fatma hakikatin peşinde, idealize edilen bir karakterdir. Ortağı Batal ise kendisi de bu şiddet olaylarına karışmış ancak kazanan tarafta, güçten yana olmayı prensip edinmiş bir oportünisttir.
Fatma’nın vicdanlı her entelektüel gibi hakikate olan bağlılığı olayı aydınlatmak için her türlü riski göze almasına neden olur. Yakarak ölüm vakalarının artması üzerine bir seri katilin olduğuna inanmaya başlar. İktidar ise düzenin kendisine yaradığı gerçeği ve onu korumak için olayların kapatılması adına her seferinde bu ölümlere halkı inandıracak bir şeylere bağlamaya çalışır.
Fatma’nın da kafası karışıktır çünkü adli tıp raporlarında ölenlerin kanında uyuşturucu madde bulunmadığı, debelenmeye dair hiçbir ize rastlanmadığı belirtilmektedir. Bu haliyle olaylar intihar gibi görünmektedir. Yasemin Devrimi’ni başlatan intihar misali bir durum diye düşünür. Ancak o olay insanların gözü önünde yaşanmıştır. Bunlar ise gözden ırak yerlerde, sessizce yaşanmıştır. Cinayetler bu haliyle politik bir eylem gibi gözükmektedir.
Polisin benzer şekilde kendini yakan birini katil diye yakalaması ile birlikte olayların seyri değişir. Yakalayanlar polis içerisinde eski iktidara yakın insanlardır. Bir anda eski ekip kahraman ilan edilir ve onlar hakkında kurulan komisyon askıya alınır. Fatma ise yakalanan adamı hastanede ziyaret eder. Yoğun bakımda bilinci kapalı olan katil zanlısının uyanmasını beklerken doktorlar katil zanlısında daha önceye ait yanıklar olduğunu söylerler. Katil zanlısı daha sonra kaçar. Fatma yine Kartaca Bahçeleri’nin olduğu yere gittiğini düşünür ve gerçekten de katili orada bulur. Ancak adam kendini yakar ve hiç hareket etmez. Sonrasında pek çok Tunuslu insanın da adamla birlikte kendilerini yaktıklarını görür.
Bugün olduğu gibi filmleri bazen anlatmak zorunda kalıyorum. Çünkü bu bizim için de anlamı olan filmler, maalesef vizyona girmiyorlar.
Youssef Chebbi, Tunus gerçeğini başarı ile (benim de katıldığım) olgun bir sinema diliyle ve bakış açısı ile anlatmayı başarabilmiş.
Belki de asıl mesele devrim ile devirme arasındaki farkta yatıyor. Her devirme iyiye evrilme anlamına gelmez. Elbette eskinin kötülüğünün kalkması biraz nefes aldırır, rahatlatır toplumu ancak bir programın, ne yapacağını planlamış bir grubun yokluğunda bu değişiklik kısa sürede yozlaşmaya ve eskinin bürokratik ve burjuva elitlerinin hakimiyetine neden olmakta. Filmdeki gibi eski iktidarın sembol projesi olan Kartaca Bahçeleri yeniden inşa edilmekte, eskinin bürokrasisi yeniden öne çıkmakta vs.
Bu filmin gösterdikleri çok kıymetli. Ya Churchil’in 2. Dünya Savaşı sırasında iktidara geldiğinde mecliste “Size kan, zahmet, gözyaşı ve terden başka hiçbir şey vaat etmiyorum.” demesi misali gerçekçi bir yaklaşımla geleceği inşa etme adına hazırlık yapacağız ya da filmdeki Batal misali geçici olarak kendimizi kurtaracağız.
Olayı dışarıdan temiz para bulmaya indirgemek yerine kısa vadeden öte, orta ve uzun vadeli yapısal reform planlarımız olmalı.
Aksi durum “Benim yolum: Silvio Berlusconi” belgeselinde Berlusconi'nin Libya, Irak vs gibi ülkelerdeki demokrasi denemeleri için ‘o ülkeler demokrasiye geçecek altyapıya uygun değil’ gibisinden yaptığı tespiti doğrular nitelikte olur. Bir de şu gerçek var ki bir toplumun sağlıklı bir şekilde değişmesi ve dönüşmesi ancak kendi içinden gelen bir istekle olur. Devrim ancak ona hazırlığı olan bir grubun etkisi ve önderliğinde olabilir. Başka türlüsü Eşkal filminde anlatıldığı gibi sonuçlanır. Sistem korunur, aktörler değişir sadece.
Asıl suçlu kapitalizmin eşkali bilinmekte. Ya ona karşı mücadele edeceğiz, bedel ödeyerek ya da gücümüzün yettiği meseleleri suçlu ilan edip insanımızın acı çekmesine neden olan sorunlu sistemi devam ettireceğiz.