17.01.2021
90’lara kadar Batı sinemasının en önemli arka planını Yahudi soykırımı ve soğuk savaş oluşturuyordu. Şimdilerde ise siyahi hakları, feminizm ve LGBT meseleleri, bir dönemin sinemasının en önemli gündemi de bu konulardı. Dünya değişti ve yeni sorunlar ortaya çıktı hem de bu konunun çok işlenmesinden dolayı söylenecek söz de kalmadı. İlja Zofin’in gerçek bir öyküye dayanarak senaryosunu yazdığı ve Vadim Parelman’ın yönettiği “Umudun Dili” filmi çok işlenen bir konu olmasına rağmen soykırım meselesine farklı bir yönüyle bakarak bu meseleye yeni bir boyut getirmeyi başarabilmiştir.
“Yüzüklerin Efendisi” serisindeki Orgların pür kötü olarak aktarılması üzerinden “Orglaştırmak” diye bir kelime önerim var. Hatırlayın serideki Orglar; görüntü olarak korkunç ve hepsi birbirine benzeyen, konuşmaları hemen hemen hiç çevrilmeyen tiplerdi. Orglar filmde bu şekilde işlenerek hangi amaçla kötülük yaptıklarını anlamamız engellendi. Orglar için filmlerde yargılama olmaz sadece hükmün infazı söz konusudur. Hobbit: Smaug’un çorak toprakları filminde insanlar, Elfler, cüceler vs. hepsi açgözlü davranırlar ancak Orglar gelince hepsi onlara karşı birleşip savaşırlar çünkü affedilebilir kötülük yapma hakkı sadece Orglar harici varlıklar için geçerlidir.
Bir parantez açarak yakın tarihimizde yaşananları da böyle okuyabiliriz. Ben 28 Şubat döneminde üniversite okudum. O dönemde örneğin kendini Kemalist olarak konumlandıran bir hocamız “Uçurumun kenarında olsam ve bir başörtülü elini uzatsa kurtarılmak için kabul etmem” demişti. Çünkü onları kafasında “Orglaştırmıştı”. Aynısını şimdilerde kendini muhafazakar olarak tanımlayanlar “Başı açık kız görünce sinirleniyorum” diyen Milli Eğitim Müdürleri de diğerini “Orglaştırmakta”
Şimdilerde dünyanın saygın bir toplumu olan ve savaş sırasındaki katliamları kınayan Alman toplumunun da etkisi ile Orgluk sadece o dönemin Almanyası için geçerli hale gelmiştir. Savaş dönemi Hitler’in Almanyası nasıl ki Yahudi ve çingeneleri Orglaştırmışsa, savaş sonrası uzun bir süre sinema da Hitler Almanyasını Orglaştırmıştı. Ve her Orglaştırma anlamayı ya da dersler çıkarmayı amaçlamaz. Bu da sinemanın ruhuna aykırıdır bence. Elbette kötülüğü aktarmalı ancak daha da önemlisi bir daha benzer olayların yaşanmaması için olayların arka planı çözümlemek ve yanlış olduğunu içselleştirilmesini sağlamak olmalıdır.
İşte “Umudun Dili” filmi Nazileri Orglaştırmak basitliğine kaçmamış, Belçika’da yaşayan ve Naziler tarafından yakalanan Yahudiler toplama kampına götürülürken birinde Farsça bir kitap bulunur. Bunun üzerine iki asker onu ayırırlar diğerlerinden ve Farsça öğrenmek isteyen komutanın yanına götürürler. Yakalanan Yahudi hayatta kalmak için bu durumu kullanmaya çalışır. Komutan kendisine Farsça öğretmesi durumunda hayatta kalacağının sözünü verir. Yahudi de kendisinin İranlı olduğunu ve öğretebileceği yalanını söyler. Ne de olsa biri insanın sırf inancından ya da milliyetinden dolayı öldürülmesi saçmalığının olduğu bir zeminde doğru çok belirsizleşir.
Yahudi bu durumda sürekli Farsça kelime uydurmaktadır. Peki neden bir Nazi subayı Farsça öğrenmek ister? İşte filmi Nazilerin, Orglar gibi tek tipleştirilmediği ve onların da özünde insan olduğu ancak kötüye yöneldiklerini anlatıyor. Böyle yaparak da seyreden seyirciyi de kendi içinde rahatsız etmekte ve “içine dön ve dikkat et sen de böyle olabilirsin” demekte. Nazi subayı da fakir bir aileden gelmekte. Nazilerin yükselişi karşısında yaptıkları haksızlıkları görmezden gelerek, rahat etmek için onlara uymuştur. Ancak kardeşi bu iğrenç duruma karşı vicdanın sesini dinleyerek İran’a kaçmıştır. Nazi subayı da kardeşinin yaptığının doğru olduğunu bilmekte ancak bu bedeli ödeyecek sorumluluğu almak yerine işin kolaycılığına kaçmış ve tüm suçlara pasif de olsa katılmıştır.
Film, Yahudi soykırımına çok uzaktan değil, Nazilerin de kişisel öykülerini anlatacak kadar yakından bakıyor. Kıskançlıklar, ego mücadeleleri, intikam, aşk gibi insani duyguları olan Naziler görürüz. Yine savaşın kaosunda kendisini İranlı diye tanıtan Yahudi’nin yalanı ortaya çıkmasın diye kampa getirilen gerçek bir İranlının, Yahudi’nin arkadaşları tarafından öldürülmesi gibi.
Filmde ABD uçaklarının bombaları ile Nazilerin hayallerinin sonu gelir. Subay da topluluğun kararlarına uyma dışında suçu olmadığına inandığından kendini katil olarak görmez. Ancak vicdanı suçlu olduğunu bilir. Zaten sürekli İran’a gitme hayalinin de altında bu vardır. Hayalleri de öğrendiği Farsça gibi yalan olduğunu zaten filmin finalinde görürüz. Ne de olsa insani güzel hayaller için de samimi olmak ve mücadele etmek gerek!