14.10.2019
1861-1865 yılları arasında yaşanan Amerikan iç savaşı ABD’de ciddi ekonomik ve sosyal problemlerin habercisiydi. Aslında iç savaş bu problemlerin asıl nedeni değildi, asıl neden endüstrileşme ve sonrasında yaşanan şehirleşmeye uyum süreciydi. Bu denli büyük değişimler her zaman için zengin egemen grupların huzurunu bozar. Hoş, zengin grupların huzuru bozulurken, fakirler arada kaynarlar ancak tarih ve medya çoğu zaman gücü elinde bulunduranın bakışı ile olayları gördüğü için ön planda zenginlerin huzuru dert edinilir. Huzuru bozulan zenginler de her zaman bir günah keçisi ararlar ve günah keçisi de her zaman için zayıf olanlardır.
1883 yılında ‘’Eugenik’’ terimini ilk kullanan Darwin’in kuzeni Francis Galton olmuştur. Galton, toplumdaki en yetenekli, en sağlıklı kişilerin daha fazla çocuk sahibi olmalarının teşvik edilmesi gerektiğini savunmuştu.
Bu fikirleri ‘’Pozitif Eugenik hareketi’’ olarak anılır. Ancak masum gibi görünen bu görüşü bir ileri aşamaya taşıyanlar Charles Davenport ve Harry Hamilton Laughlin oldu ve ‘’Negatif Eugenik hareket’’ olarak adlandırılan bu fikirler daha fazla kabul gördü. Negatif Eugenik hareket mensupları, toplumsal ilerlemenin zayıfların elenmesi ile sağlanabileceğine inanıyorlardı.
Negatif Eugenik hareket o kadar kabul gördü ki 1907 yılında ilk olarak Indiana eyaletinde ‘’kalitesiz’’ insanların zorunlu olarak kısırlaştırılması çıkarılan kanunla hükme bağlandı. Sonrasında da kısa sürede ABD’deki eyaletlerin yarısı bu kanunu kabul etti ve uygulamaya geçirdi.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Güney ve Doğu Avrupa’dan göç eden insanlara psikolog Henry Goddard’ın geliştirdiği ve daha önce mahkumlar ve yetimhanede kalanlar üzerinde uygulanan ‘’Binnet Simon zeka testi’’ uygulandı. Ancak test İngilizce olduğundan, İngilizce bilmeyen pek çok göçmen ‘’Aptal’’ damgası yiyerek ya ülkelerine gönderildiler ya da zorunlu olarak kısırlaştırıldılar. Geri dönenler kaçak olduklarından ya hapishaneye kondular ya da öldürüldüler.
Eugenik hareketin zirve noktası Nazizm oldu. Ari ırk yaratma çabası adına pek çok Yahudi, çingene başta olmak üzere insan öldürüldü. Eugenik hareketin bu vahşeti sonrası dünyada açıktan bunu savunmak imkansız hale geldi.
Lilliana Cavani’nin 1974 yılında çektiği ‘’Il Portiere di Notte’’ yani ‘’Gece Bekçisi’’ filminde Nazizmin ya da Eugenik hareketin bitmediğini anlatan muhteşem bir sahne vardır. Filmde eski Naziler, kendilerini unutturmak için sıradan işlere girmişlerdir. Bir sahnede vicdan azabı çeken ve bir otelin resepsiyonunda çalışan eski bir Nazi, savaş yıllarında yardım ettiği Yahudi sevgilisinin otele gelmesi ile birlikte kendini daha fazla sorgular bir hale döner. Bu ruh halindeki değişimi anlayan diğer arkadaşları yargılamadan korktuğunu sandıkları için durumu aydınlatan bir konuşma yaparlar. Ve derler ki ‘’ Rahat ol, mahkemede yaptığın her şeyi anlat, bir tür rahip karşısında günah çıkarma gibi düşün, konuştukça arınacaksın, zaten mahkemeleri ayarladık affedileceğiz ve eski günlere döneceğiz’’ der. Cavani bu filmi ile Nazizm ve felsefesinin yok olmadığını, tam tersine gözlerden uzak ancak yeni ve etkili bir formatla sisteme hakim olduğunu anlatmaktadır.
Kuzey, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da Cavani’nin filminde anlatmak istediği ve yukarıda yazıda bahsettiğim gibi Eugenik hareket bu ülkelerdeki zengin egemen sınıfın eski değil eskimeyen ruh halidir.
Bu yıl Altın Ayı alan İsrailli yönetmen Nadav Lapid’in ‘’Eşanlamlılar’’ ve Filistin’in Oscar adayı olan Elya Süleyman’ın ‘’Burası Cennet Olmalı’’ filmleri umut vericidir. Çünkü ikisi de uzun yıllar batıda yaşamış ve köklerini reddetmemiş olan iki yönetmen. Kendi ülkelerinde yaşanan tüm yanlışlıkları da fark eden, batının insan hakları fikirlerini samimi olarak savunan ancak batının mevcut sisteminin de bu konuda samimi olmadığını anlatan insanlar.
Doğu toplumlarında Trump’ın ifadesi ile ‘’Sonsuz savaşlar’’ yaşanır ancak Trump’ın ifade etmediği ise bu savaşlara her zaman Batı emperyalizminin neden olduğu, sonuçlarının ise savaşanlara yaramadığı, en büyük kazanın her zaman Batı olduğu gerçeğidir.
Eşanlamlılar filminde bir sahne var. İsrail kimliğini, dilini reddeden bir insanın, Paris’teki yaşamını anlatan filmde zamanla para kazanacak doğru düzgün bir iş bulamadığı için porno filmde oynamak zorunda kalan karaktere, Fransız yönetmen, bu da rol arkadaşın diye bir kadını tanıtır. Kadın, adama nerelisin diye sorar? Adam da İsrail diyince, kadın üzgünüm o zaman arkadaş olmayacağız çünkü ben de Filistinliyim der. Ama ikisi de insanlık onurunun aşağılandığı bir filmde rol almak zorunda kalır. Batı emperyalizmi için önemli olan filmin çekilmesidir, işin olması, kazancın elde edilmesidir. Bunun için de oynayan oyuncuların birbiri ile konuşmaması, nefret etmesi önemli değildir. İster İsrailli, ister Filistinli, ister Hindu, ister Pakistanlı, ister Türk, ister Kürt olsun…