20.12.2020
Günümüzde İran hukukunda hala idam var. Tarihte idam edilenler ve idama karar verenler üzerine pek çok film vardır. Muhammed Resulof “Şeytan yok” filminde, farklı bir şey yapmış ve idamı uygulayanlara kamerasını yöneltmiş. Filminde, görevi idam emirlerini uygulamak olan dört insanın öyküsüne yer vermiş.
İlkinde bir memur görürüz. Adam işten çıkar, öğretmen olan eşini işinden alır, bankadan maaşını çeker, trafikte insanlarla, bankada bürokrasi canavarı ile uğraşır, çocuklarını okuldan alır, yemek yer, eğlenirler. Daha sonra duyarlı her insan gibi, yalnız yaşayan annesinin ihtiyaçlarını alır. İlk bakışta sıradan bir insandır! Gece vardiyasına gider, kendisine yiyecek bir şeyler hazırlar, ilaçlarını alır ve hazır alarmı gelince camdan içeri bakar ve düğmeye basar. Bu ‘normal insan’ aslında bir cellattır.
İkinci öyküde İran ile ilgili ilginç bir bilgi öğreniriz. Zorunlu askerlik görevini yapmayan bir erkek ehliyet, pasaport alamaz. Askerde de rast gele idam taburuna düşebilirsiniz. Eğer görevi kabul etmezseniz iki yıl süren askerlik beş yıla ve bu beş yıl işkenceye dönüşür. Ancak kahramanımız, vicdanen bu göreve karşıdır. Zaten pasaportunu alabildiği anda İran’dan kaçmayı düşünmektedir. Fakat korktuğu başına gelmiştir ya idama katılacaktır ya da çileli günler onu beklemektedir. Aynı birlikte görev yaptığı arkadaşlarına bu görevi devretmek ister. Arkadaşları; ‘böyle bir şey yapınca, bu durumdaki sorumluluğun ortadan kalkacak mı?’ derler. Başka çare kalmayınca da kaçmaya karar verir.
Üçüncüsü ise iki aşığın öyküsüdür. Bu kez başka bir gerçeği öğreniriz İran ile ilgili. İdama katılan askerlere üç gün izin verilmektedir. Çocuk da sevgilisinin doğum gününe denk gelecek şekilde izin alabilmek için bir idama katılır. Sevgilisinin yanına geldiğinde ise heyecan değil yas tutulduğunu görür. Kim ölmüştür diye merak ederken sol fikirlere sahip bu topluluğun değer verdiği bir önderlerinin idam edildiğini öğrenir. Sonra da ölenin resmini görünce daha da şaşırır. Çünkü idamını gerçekleştirdiği insandır bu! Sevgilisine durumu söyler ve O’nu görmek için böyle bir şey yaptığını anlatır. Ancak kız bu kadar insanlığa karşı duyarsız biriyle devam edemeyeceğini söyler ve ayrılır. ‘Şimdiye kadar kaç kez üç günlük izin aldığını’ düşünüyorum, diyerek affetmez bu duyarsızlığı. Bu öykü ile de Resulof, idam edilenlerin de insan olduğunu ve bir öykülerinin, sevenlerinin olduğunu gösterir.
Son öykü ise kanser hastası ölümü bekleyen bir babanın, yıllar önce gençken idama katılmayı reddettiği için doktorluk mesleği dahil hiçbir iş yaptırılmamasını ve toplumdan soyutlanmasını anlatır. Kızını bu çürümüş yapıdan zarar görmesin diye yurtdışında yaşayan kardeşinin yanına göndermiştir. Üstelik kızına, kendisinin onun amcası olduğunu söylemişlerdir, daha çok acı çekmesin diye. Gerçeği güzel günlere saklamışlardır. Ancak umut bitmiş ve ölümü yakındır. Kızına gerçeği bizzat kendisi söylemelidir. Bu öyküde de dik durmanın, insan olarak kalabilmenin bir bedeli olduğu anlatılmaktadır. Bu bölümde arka planda çalan Hassan Golnaraghi’nin Mara Beboos şarkısı da 1954’ten beri İran entelektüeli için zulme karşı bir direnişin sembolüdür zaten.
Aslında film ne idam kararını verenleri, ne idam mahkumlarını, ne de idam edenleri anlatmaktadır. Film, bu insanlık dışı kuralın, toplumun büyük çoğunluğunun susarak bu zulmün devamını sağlayan bu suçtaki esas sorumlu olduğunu anlatmaktadır.
Ülkemize dönelim. Bir başhekim çalışan hemşirelerine beş yüz kez ‘ben salağım’ diye yazdırıyor. Bu cüreti nereden buluyor? Daha önce yaptığı zulümlere karşı ortamdaki herkesçe susulmasından! Yıl 2020, krallar gömüleli çok oldu! Hukuksuzluk, adaletsizlik hala kabul görüyorsa bu o ortamlardaki insanların ‘sessizliği’ yüzündendir. Hukukun ışığında bu densizlikler olmaz. Bu karanlıkta yaşayan yarasalar ancak hukukun ışığını söndürerek varlıklarını sürdürebilirler. Buna izin veren herkes bu yarasalarla aynıdır. Unutmayalım ki “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!”