25.12.2023
Değişimler bir parça da korku hissi yaratır insanda. Eski zamanlarda insan bir yönüyle kısıtlı bir çevre içinde olduğundan değişimlerin farkındalığını daha az görüyordu. Şimdilerde iletişimin artması ile bizlere aslında fizik dünya olarak çok uzak insanlar da artık çok yakınlar.. İşte sürekli ekranlarda gördüğümüz ülkeyi yöneten bazı isimler örneğin, kesintisiz 21 yıldır her gün mutlaka görüyoruz/maruz kalıyoruz. Bu artık öyle bir hal aldı ki akşam olunca karanlığın çökmesi misali hayatın rutin bir parçası gibi. İnsan kendisinde olan değişiklikleri, (saçının beyazlaması, kırışıklıklar gibi) yavaş geçişlerle olduğu ve bunun da etkisi ile uyumlanabildiği için fark edemiyor. Ancak 21 Aralık Yelda gecesi misali en uzun gecelere tarih boyunca insanlar anlamlar yüklediğinden artan bir farkındalık ile özel anlamlar yüklüyoruz. Aslında o gecede diğer geceler gibi sadece karanlıktan ibaret ancak bilimsel olarak biliyoruz ki o geceden sonra gündüzler uzamaya başlayacak. İnsanlık da bu bilgiyi fark ettikten sonra eski zamanlarda doğaya karşı ‘seni çözümledim, ne olduğunu anlıyorum’ der gibi çocukça da olsa bu geceye anlamlar yüklemiş ve öne çıkarmış. Bilmek rutinimize fazladan bir katkı sağlamasa bile bir irade, varlık gösterisidir ne de olsa.
Zeki Demirkubuz’un son filmi ‘Hayat’ tam da bu ‘bilme merakı, isteği’ üzerine başlıyor. Burak Dakak’ın mükemmele yakın oynadığı Rıza karakteri klasik Anadolu insanıdır. Dedesi ile birlikte fırıncılık yapar. Eli yüzü düzgün, işinde gücünde, arkadaşları olan birisi. Aslında hayatında ciddi bir eksiği yoktur. Filme konu olacak bir hayatı olmasına neden olan şey ise bir gün dedesinin ona bir kızın fotoğrafını vermesi ve beğenirsen, bir tanış, evlen demesi ile başlar. Muhafazakar değerler içinde rutin bir hikayedir bu. Rutini bozan ise nişan sonrası Hicran’ın evden kaçmasıdır. Ataerkil toplumsal yapıda Rıza artık bir mağduriyet yaşamakta ve toplumsal olarak tüm yük Hicran’ın kaçışı nedeniyle Hicran’a yüklenmiştir. Rıza’dan da beklenen bir tür ‘recm’ misali Hicran’a suçu atmasıdır. Ancak o bunu yapmaz ve nedeni öğrenmek için Hicran’ın peşinden bir bilinmeze sürüklenir. Sonra anlaşılacağı gibi reddedilmenin egosunda yarattığı travmadan da yapmaz bunu. Sadece bilmek için yapar. Yelda gecesinin en uzun gece olduğunu fark ettikten sonra ona özel anlam veren ataları misali.
Filmin ikinci kısmında ise Hicran’ın eski Yeşilçam filmleri misali hayat kadını olduğunu görürüz. Fark şudur ki bu dramatize edilmez hatta bir tür ergenler misali tüketimin hazzına varan Hicran memnundur da. Farklılığın tamamen fethedildikten sonra gerçek anlamının anlaşılması söz konusudur. Hicran ise tam anlamıyla bu farklılığın bütününe nüfuz edememiştir. İnsanın kötüye bile alışma, uyum sağlama yeteneği de bir gerçek.
Bu dengeyi bozan şey ise Rıza’nın bu kötü durumun farkındalığını en sert şekilde gösteren ve Hicran’ı kullanan çocuğu öldürmesidir. Sonrasında Hicran tekrar kasabasına döner. Kötüyü bu eylemin keskinliği ile görmüştür. Hayatı bundan sonra ise toplumun muhafazakar kabullerinin karanlığında geçecektir. Toplum baskısı karşısında ‘ayıplı, eksik’ biri olarak fişlenmiştir. Ailesi dışlar, toplum dışlar. Onu bu cendereden kurtaracak şey ise biyolojidir. Genç oluşunun etkisi ile kendinden yaşça büyük bir ‘aydın’ olan öğretmen ile evlenir. Bunu da toplumun önerisi ile yapar. Toplumsal anlamda gücü olmayan ancak toplumsal baskıyı yaşayan fark eden birinin yeni bir ‘kötüde stabil dengeye’ evet demesinden ibarettir bu evlilik. Aydın öğretmenimiz aslında teoride aydındır. Sınanmadığı günahların masumudur. İş pratiğe gelince zamanla bu evlilikten ve Hicran’ın toplumsal dışlanmışlığının sorumluluğundan korkar ve kaçmaya çalışır. Sonrası ise Hicran’ın baba evine geri dönüşü ile son bulur.
Rıza’nın hapishaneden çıkışı ile de olgunlaşan ve birbirlerinin farkına gerçek anlamda varan iki insanın mutlu aşkı ile de film son bulur.
Zaman geçtikçe insanlar değişiyor. Toplumsal, çevresel olanın tüm olumsuzluklarına rağmen bireysel olan yine de mutluluğa bir işkenceyi artıran faktör olarak bile olsa umut etmeyi bırakmıyor. Başka türlü mutlu son ile biten bir Zeki Demirkubuz filmini nasıl açıklayabiliriz ki? Belki de atalarımız en uzun geceyi keşfettikten sonra kutlamalarının nedeni de budur. Üstelik gelecek yıl yine karanlığın uzayacağını bildikleri halde!
Film ile ilgili çiğ bulduğum bazı eleştirilere de değinmek isterim. Hiçbir iyi niyetli ideoloji insan bedenin bir ürüne, pornografik bir malzemeye dönüşmesini normal kabul etmez. Bizim gibi içi boşaltılmış, sembollerle varlığını sürdürmeye çalışan muhafazakarlığın hüküm sürdüğü topraklarda; karşıt olma adına insan bedenin, bir ürün haline dönüştürülmesini bir tür hak ya da ilericilik gibi göstermek çiğliktir. Bunu demek için seçeneği olmasına rağmen bu durumun tercih edilmesi gerekir ki öyle bir şey yok. Ekonomik özgürlük birey olma yolundaki en önemli şartlardan biridir. Hicran’ın bu özgürlüğü olsaydı o zaman ‘tercih’ yorumuna imkan olabilirdi. Bu eleştirilerde en büyük sorun zaten burada. Birey olamamış, kendini bulamamış, benliğini inşa edememiş birine ‘birey’ muamalesi yapmak Bukowski’nin ‘Afrika’ya ilaç yardımı yapacaktık ancak ilaçların üzerine tok karnına yazıyordu’ sözü gibidir. Bunu söyleyenlere de günümüz psikolojisinin hastalığın altındaki etkeni ortadan kaldırmak yerine ateş düşürücü vererek, halının altına sorunları süpürmesi ve daha da büyütmesi misali uyduruk terminolojiler ile ‘toksik’ o bu demek Demirkubuz’un dediği gibi ‘Liberal yavşaklıktan’ ibarettir. İşte bu yavşaklık seçim, şeffaf olmayan tarikatları vs bile sivil toplum örgütü diye topluma yutturdular. Gerici oluşlarını ilericilik olarak pazarlayan liberal yavşaklar gibi.