10.04.2022
1798 yılında Napolyon, o zamanlar Osmanlı toprağı olan Mısır’ı işgal eder. Fransız ordusu kale yapımı için inşaat çalışmaları sırasında arkeoloji tarihi açısından önemli bir taş bulurlar. Bu taş bulunduğu Rosetta (Reşid) şehrin adı ile anılır. Bu taşın önemi eski Mısır yazısının anlaşılmasını sağlamasıdır. Rosetta taşında eski Mısır yazısı (hiyeroglif) ile yazılmış bir metnin eski Yunanca çevirisi vardır. Fransızlar ve Avrupa kendilerinin temelini oluşturduğunu kabul ettikleri eski Yunancayı biliyorlardı ancak kendilerine yabancı olan ve kültürel olarak devamlılığı olmayan Mısır dilini bilmiyorlardı. İşte bu taş sayesinde bilinmeyenin gizemini bildikleri dil aracılığı ile çözmüş oldular.
Bu olayı anlatmamın nedeni Alphan Eşeli’nin yönettiği ve senaryosuna da katkıda bulunduğu “Müjde” filminin mantığını anlamaya çalışmak içindir.
Muhtemeldir ki Eşeli, Orhan Pamuk’un sokakta kestane satan birisini romanında anlatmak istediğinde, adamı ve tezgahını konutuna getirip bir tür “canlandırma” yaptırması gibi bir durum söz konusu. Rosetta taşını buluyor ama toplumun gerçek dertlerinin yanlış çevirisi ile karşılaşıyor. Bu yanlış çeviri gerçeğin de yanlış anlaşılmasına neden oluyor.
Göçmenlik meselesini Avrupa merkezli filmlerde de görüyoruz. Örneğin Brezilyalı yönetmen Karim Ainouz’un “Tempelhof Havaalanı” filmi vardı. Bu filmde gördük ki Almanya’ya gelen mülteciler kullanılmayan bir havaalanının hangarlarında tutuluyor. Devlet bunlara Almanca eğitimi veriyor, eğitim seviyelerine uygun kurslar düzenliyor ve bir taraftan da uyumlarını gözlemliyor hem de istihbarat olarak geldikleri yerdeki geçmişlerini inceliyor. 2 yıllık sürenin sonunda da dili öğrenen, uyumlu olan ve topluma faydalı olabilecek olanlara önce geçici sonra da suça vs karışmazsa kalıcı vatandaşlık veriyor.
Yine Almanya’da geçen bir film olan “Bay Bachmann ve Sınıfı” var. Bir şekilde ailesi ile Almanya’ya gelen çocukların eğitimi ile ilgilenen Bay Bachmann’ı ve eğitim tarzını anlatan bir filmdi. Hatta bu filmi onore etmek için Berlin’de Jüri Özel Ödülü bile verdiler. 3 saat 37 dakikalık filmde Bay Bachmann çocuklara alttan alta Almanya’da yaşayabilmeleri için gerekli olan ve mutlaka uymaları gereken kuralları öğretmeye çalışıyordu. Örneğin eşcinsel ilişkilere karşı saygılı olmaları gerektiğini, inançları ile toplum kuralları arasında tutturmaları gereken dengeyi, kendinden olmayana saygıyı vs…
Lisa Bierwirth’in “Prens” filmi de Afrikalı bir genç ile Alman bir küratör kadın arasındaki aşkı anlatıyordu. Kadının toplumsal açıdan nasıl bir baskı altında kaldığını çok başarılı bir şekilde anlatabilmişti. Ve kadın karakter sevdiği Afrikalı genci arkadaşları ile görüştürecek kadar da cesur ve özgüvenli biriydi. Filmde Alman sömürgeciliği ve Afrika’nın feodalliği ortaya konuyordu.
Başka filmler de örnek verilebilir. Ancak bizim sinemamızın göçmen konusunda her şeyi birbirine karıştırmasının bir benzerini bulmak imkansız! “Prens” filminde de aşk anlatılıyor ve bu aşkın arka planında toplumsal bakış açısı yansıtılmaya çalışılıyor. Net hükümler verilmiyor, seyirciye pek çok yönü gösterilerek zihni bir tartışmaya girmesi sağlanıyor.
Gelelim bizdeki “Müjde” filmine. Filmin en büyük sıkıntısı “Prens” filmindeki gibi iki insan arasındaki aşkı merkezine yerleştirip arka planda toplumla ilgili eleştirilerini filme serpiştirmek yerine, toplumun kendince iki yüzlü ve ırkçı tutumunu filmin merkezine değil her anına yerleştirerek pek belli olmayan bir aşk öyküsü anlatma çabası içinde olmasıdır. Tekil olaydan toplumsal sonuçlar çıkarmak çok ucuz ve çapsız bir tavırdır. Bu mantıkla hareket edilirse Suriyeli birinin işlediği bir suçtan dolayı tüm Suriyelileri suçlamak da mümkün ve meşru olur! Ki bu elbette doğru olmaz.
Film tüm mültecileri mağdur, ana karakter hariç tüm Türkleri de kötü göstermiş. Bu yaklaşım bile seyircinin göçmen olayına biraz daha bireysel empati ile yaklaşması amacına aykırı bir durum bence. Birini aşağılayarak, kötü göstererek kendini sorgulamasını sağlayamazsınız. Filmde Türkler pür kötüyken, mültecilerin pür iyi oluşu da empati yapılmasına engel bir durum.
2018 yılında Ukraynalı yönetmen Sergei Loznitsa, Boğaziçi FF kapsamında İstanbul’a gelmişti. Donbass filminin gösterimi sonrası kendisine sormuştum, ‘üstadım filmde Rusların hepsi kötü gösterilmiş bu da tarafsızlığınızı tartışmalı yapıyor’ dedim. O da ‘evet hepsi kötü’ demişti. Bu mantığın sonucunun uzlaşıdan çok savaşa yol açtığı aşikar. Sanat uzlaştırmalı ve toplumu daha iyiye ulaştırma amacı gütmeli bence. “Müjde” filmi bu haliyle çiğ bir romantizm olarak kalmış. İşin ilginci ırkçılığı eleştireyim derken ırkçılığa hizmet etmiş gibi görünüyor.
Halktan kopuk, TV ya da sosyal medyadan görülenler ile beş milyon göçmen barındıran bir ülkede olayı bu şekilde aktarmak doğru olmasa gerek. Avrupa’da yakalanan ve uyum sağlayamayan ya da bir nedenle sınır dışı edilenlerin de AB ile ülkemizin yaptığı anlaşma gereği bize gönderildiği gerçeği ortadayken kalkıp da bu şekilde bir Teletubbies tarzında romantizm pek de samimi ve gerçekçi değil. Ama asıl acı olan entelektüelimizin gerçeklerden kopuk romantik bir dünyada yaşamaya inat etmesi!