04.11.2019
Zeki Demirkubuz, ülkemiz sineması için bir yönetmenden çok daha fazlasıdır. Şahsına münhasırdır, sağlam bir entelektüeldir, sinema ile ilgilenen ciddi bir kitlesi vardır. Ancak havarilerini yaratmış bir İsa olmadığından da sinemanın merkezinde yer alanlarca hafiften deli muamelesi görür, medyatik olmayı sevmez, filmeri çıkacağı zaman ya da gençlere bir şeyler aktarmak için arada söyleşilere katılır, bunun dışında pek davetlere katılmaz. İşte sinemamızın dününde, bugününde yer alan ve yarınında da yer alacak olan ustanın son Antalya Film Festivali'nde Jüri başkanı olarak En İyi Yönetmen Ödülü verirken yaptığı konuşması üzerinden sinemamızın halini tartışalım.
‘’Hiç eyyam yapmadık, para pul konuşmadık. Ulufe dağıtmaya çalışıp kimseye saygısızlık yapmadık’’…
Bu ifadeler ne anlama geliyor? İşin içinde olan birinin, sinemamızın perde arkasında neler döndüğüne dair tespitleri bunlar! Bu durum sinemamızda dahil her alanda yok mu? Üniversitelerimizde bilim neden üretilmiyor? Neden sinemamız dünyada söz sahibi olan kurumsal bir yapıya sahip değil? İşte bu açıklamada bunu nedenini görebiliyoruz. Çünkü Ahmet Necdet Sezer de üç oy alanı rektör atıyor, Tayyip Erdoğan da... (Hatta daha da ileriye götürüp, doğrudan kendisi atıyor son 3 yıldır)
Bir kürsüde bilimsel bir yayın yapılacağı zaman, hiç alakası olmadığı halde, kürsüde başkanın ismi kesin olarak yer alıyor. TÜBİTAK yönetimine hayvanat bahçesi müdürü atanabiliyor, veterinerlik hocası Hukuk Fakültesi dekanlığına atanabiliyor. TÜBİTAK proje desteklemelerini ‘’bizim çocuk’’ kriterine göre veriyor. Ve her ne kadar mevcut iktidarın tek başına ve güçlü oluşu nedeniyle çok daha güçlü şekilde hissedilse bile bunlar her dönemde böyleydi.
Ülkemizde liyakat kavramının L’si yok! Birinci kaynaktan bildiğim festival rezillikleri var. Jüri başkanı üyelerin hepsinin hemfikir olduğu filme kesinlikle en iyi film olması konusunda karşı çıkıyor, peki gerekçe ne? Daha önce benim filmim yarışırken bana ödül verilmesini engelledi o yönetmen jürideyken... Sebep bu. Çürümüşlük, çapsızlığı ve kendi ligine mahkum olmayı getiriyor.
‘’Sinemanın devlet ve hükümet tarafından değişik yöntemlerle evcilleştirilip ehilleştirilmeye…’’
Atasözü misali ‘’Parayı veren düdüğü çalar’’... Yıllardır, ülkemizde sinema kurumsal bir yapıya kavuşamadı. En büyük yapımcı Kültür Bakanlığı ve TRT yani hükümetler oldu. Bu yapılar da eş dost, bizim çocuklar çapsızlığına mahkum oldular. İktidara yakın olmayanlara su bile yok ötekileştirmesi yaygınlaştı. Hal böyle olunca da iktidarların sansür uygulamalarından daha beteri olan otosansür sinemacılarımızın ruhuna işledi. Sinemamız örgütlenemedi, finansmanı, yapımcılık konusunda devamlı bir yapı oluşmadı. Hatta kendini muhalif sayanlarımız bile devlet bize destek vermedi diye ağladı. Yılmaz Güney’in yapacağı işlerde iktidardan isteyeceği tek şey, Diyojen’in İskender’e dediği söz olurdu herhalde: ‘’Gölge etme başka ihsan istemez’’
Şimdilerde ise işler iyice değişmiş ve eski Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın ‘’Komünizm gerekirse onu da biz getiririz’’ sözünü şiar edinmiş gibiler. Muhaliflik gerekirse onu da iktidardan onay alarak yapmayı düşünmek gibi çarpık bir durum. Zaten başka türlü bir muhalefet olsa iktidar nasıl bu kadar istikrarlı bir şekilde yerini sağlamlaştırabilirdi!
‘’Muhalif olduğunu söyleyen bazı güruhlar tarafından ucuz eleştirinin gündelik siyasetin destesi haline getirilmeye çalışıldığı, kısacası sanatın ve sinemanın tutanın elinde kaldığı şu günlerde…’’
Ülkemizde ağır bir iktidar baskısı mevcut. Ve sürekli dost sohbetlerinde söylediğim bir tespitim var. Bu iktidarın en büyük kötülüğü, muhalif düşünceleri de yapısal olarak kendisine benzetip, çiğleştirmek, dönüştürmek. Burada yazılamayacak kadar inanılmaz çiğlikler var. Bir festivale b.k atmak için, sabah çocuklar için olan seansa, okullardan davet edilen çocukların servisinin geç gelmesini fırsat bilip, festivale kimse katılmıyor diye paylaşım yapan ilkesiz, kendince muhaliflik yapan çapsızlar da gördüm.
Yönetmenin dili olan filmi ile konuşma fırsatı varken, anlatacaklarını filmi ile anlatmayı beceremeyip sadece konuşan sinemacılar da var.
Sonuç olarak, Joker misali Antalya Film Festivali’nde sinema sektörüne kızgınlığını (ki belli seviyede de haklı olarak) belirten Demrikubuz’un bu sözlerine katılmamak mümkün değil. En iyi film seçilen Bozkır filmine karşı heyecanı artırsa da hakkaniyetli olup olmadığına karar vermek için vizyonu bekleyeceğiz.
Heyecanlı ülkeyiz ve her an uçlarda olaylar yaşıyoruz. Bundan dolayı da güzellikleri geçikmeli yazmak zorunda kalıyorum. Yılın en iyi filmi ‘’Parazit’’ vizyona girdi. Haftaya inceleriz artık.