01.01.2023
Abbas Kiyarustemi arkadaşlarına şakasına bir gün Japonya’da film çekeceğim dermiş. Hayattayken gösterime giren son filmi “Sevmek Gibi” gerçekten de Japonya’da çekilmişti. Ancak bu film her ne kadar beğensem de diğer filmleri kadar başarılı değildi.
Guillermo Del Toro’nun Netflix’e yaptığı “Guillermo Del Toro Sunar: Pinokyo” filmini gördüğümde ilk aklıma Kiyarustemi’nin bir şaka ile başlayan ve öylesine deneyeyim diye girdiği yukarıdaki filmi geldi. İşin açığı Oscar almış bir yönetmenin fantezi denemesi misali bir şey bekliyordum. Animasyonu da en iyi ben yaparım bakışı ile işe giriştiğini düşünüyordum.
Tüm bu önyargılar filmin başlangıcı ile son buldu. Çünkü Del Toro yönetmenlik, senaryo ve yapımcılığı ile filmi sahiplenmiş ve tüm hünerini ortaya koymuş. Zaten filmin kamera arkası yapım sürecinin anlatıldığı ve Netflix’te yer alan görüntülerde de bunu daha iyi anlıyoruz. Filmin adı da bunu zaten kanıtlıyor. Film, gerçekten de Guillermo Del Toro’nun Pinokyo’su!
Del Toro filmde Pinokyo’yu toplumun yüklediği şartlanmalardan arınmış biri olarak kullanıyor. Böyle olunca da Pinokyo bir tür doğal olmayan hatta insana ait olmayan yükleri görmemizi sağlıyor. Gerçek doğal insan davranışını vurguluyor.
Geçenlerde konuk ettiğimiz Lellio’nun “Mucize” filminde geçen “Sıradan her çocuğun içindeki mucizeyi göremeyecek kadar aç gamlı bir dünya bu” sözünü kanıtlar nitelikte bir film. Filmin en derinleştiği yer ise kilisedeki sahne. Pinokyo’nun tahtadan yapılmış İsa heykelini göstererek babasına “Herkes onu seviyor. O da benim gibi tahtadan. Onu seviyorlarsa beni niye sevmiyorlar.” sözü muazzamdı. Çünkü tüm dinlerin esası insan sevgisi iken bunu kutsiyet adı altında insanlardan uzaklaştırmayı bu kadar güzel nasıl ifade edilebilirdi ki? Bizdeki iktidar ve onun ile birlikte karanlıklardan açığa çıkan zihniyetin algısına baksanıza! Sırf imam hatip mezunu diye ya da bilmem ne cemaati, tarikatından diye belli bir azınlığa ait insanları 85 milyonun çabası ile oluşturduğu tüm değerleri sahiplenmelerine izin veriyorlar. Üstelik bu değerlerin oluşmasına katkıları da yok denecek kadar azken! Kutsal kitapta her insanın ruhuna Allah’ın nefesinden üflendiği söylenirken bunlar insanları ayırıyorlar. Sadece şeyhlerinin üfledikleri insanları bir yerlere getiriyorlar, iş yaptırıyorlar. Bunun adı felsefi anlamda aslında tam da şirk! Ki asla affı olmayacağı söylenen tek günah da bu kutsal kitapta! Yani aslında bu cemaat, tarikat vesairenin yaptığı şey Allah uğruna bir şeyler yapmak gibi görünse de aslında tam da Allah’a karşı yapılan şeyler!
Ki her fırsatta ceddimiz diye övündükleri (ki o da bence Osmanlı’ya hakaret çünkü Fatih bunları görse ne yapardı tahmin etmek zor değil) ve tarihe adını yazdırmış örnek alınması gereken büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'in söylediği gibi "İnsanlara Allah'ın soracağı soruları sormayın. 'Aç mısınız? Bir şeye ihtiyacınız var mı?' gibi kulun kula soracağı soruları sorun."
Yine Gepetto’nun kaybettiği oğlu yerine, onun kalbinin saflığı yüzünden ona bahşedilen bir mucize olan Pinokyo’yu olduğu gibi sevmek yerine, onu bir kütükten oyarak yapması misali, varlığını budamaya kalkması pek çoğumuzun hayatta yaptığı en önemli hatayı göstermesi adına güzeldi. Pinokyo’nun, Gepetto’nun ona “Bana yük oluyorsun, işleri berbat ediyorsun” demesi sonrası gece uyurken ona bakıp “Burnu büyümedi, demek ki gerçekten öyle düşünüyor” dediği sahne de mükemmeldi. Filmin finalinde her ne kadar mutlu olsalar da bu mutluluk için pek çok maceraya atılmaları ve bedel ödemeleri gerekti.
Elbette Del Toro bir Meksikalı ve filmin kamera arkasında, Meksika’da animasyonun gelişmesi için uzun yıllardır pek çok katkıda bulunduğunu anlatıyor. Hatta bu filmdeki cırcır böceği karakterinin de özellikle Meksika’da kurdukları bölümde yapılmasını istemiş. Ve son filminde bir tür otobiyografisini çeken İnnaritu misali derinlerinde anti-emperyalist ve sol kökenden geldiğini de vurguluyor. Mussolini faşizmi ve savaş karşıtlığını anlattığı kısımlar da bunun kanıtı zaten.
Del Toro bu filmi ile bir yönetmen için türlerin hatta bir sanatçı olarak sanat dallarının birer araç olduğunu, esas olanın şekiller değil anlatacak derdin olduğunu gösteriyor bizlere. Sonuçta hukukta usül esastan önce gelse de sanatta esas her şeyden önce gelir. Kurosowa’nın “İyi bir yönetmen, iyi bir senaryo ile bir başyapıt üretebilir. Fakat kötü bir senaryo ile çok iyi bir yönetmen bile iyi bir film yapamaz” sözünün doğruluğunu da bizlere gösteriyor bu filmi ile Del Toro.
Fatih Akın’ın “Kesik” filminde birlikte çalıştığı Alexandre Desplat da yaptığı müziklerle bu filme çok büyük katkı sağlamış.
Ve filmin muhteşem finali! En son Scorsese’nin “Irishman” filminde gördüğümüz bir olgunluğu içeriyor. Hatta, Ali Abbasi’nin “Kutsal Örümcek” filmini de gösterebiliriz bu duruma örnek olarak. Klasik Holywood kalıbının bize sunduğu finaller, bizi yaşamımızdan koparıp karakterlerin hayatına sokan ve onların yaşadıkları ile sınırlı bir hayata dahil eden bir sondur. Bu yaptıkları ne kadar keskin olursa o kadar da başarılı sayılıyorlar. Bu aslında bir tür kutsama! Bu bahsettiğim üç filmin finali ise tam tersine yaptıkları filmin bir film olduğunu ve kutsanmaması gerektiğini finalleri ile vurguluyorlar. Aslolanın filmin kendisinin ya da karakterlerin yaşadıklarının değil, seyircinin yaşamı hatta yaşamın kendisi olduğunu vurguluyorlar. Evet Pinokyo ve Gepetto o kadar çok şey yaşadı ve sonunda da mutlu oldular. Burada bitirebilirdi ve böylece masalsı bir finalle bitirmiş olurdu. Ancak onlar öyle yapmıyor ve mutluluklarına rağmen Gepetto’nun ve cırcır böceğinin öldüğünü gösteriyor. Bu da hayattaki en önemli gerçeği yani ölümü hatırlatma ve vurgulama adına çok değerli.
Zaten asıl mucizenin ölümsüzlük değil anlamlı, sevgi ile, farkında olarak, kana kana yaşamak olduğunu Pinokyo ölümsüzlükten vazgeçerek de göster miyor mu?