04.12.2022
Günümüz dünyasının en belirgin özelliği “hareketlilik” olsa gerek. İnsan nüfusu artıyor. Savaşlar açıktan ya da örtülü olarak kesintisiz devam ediyor. Dünyanın tamamını kapsamına alan, tekelleşmiş, dar bir zümrenin elinde olan kapitalist bir model yeni dünya düzeni. Dışarıdan olayları gözlemleyen herkes bu değişimleri rahatça görebilir.
En basitinden çevirimiçi platformların sinema salonlarının yerini alması olgusuna bakın. Çok değil 5-6 yıl öncesine kadar sinema, sinemada izlenir mottosu vardı. Bong Joon-Ho’nun “Okja” filmi 2017’de Cannes’da gösterilince protesto edilmişti. Bir platform filmi nasıl sinema tarihinin önemli festivallerinden birinde gösterilir diye. Şimdilerde ise bu tartışmayı yapmak gericilik olarak görülüyor. Çünkü gücü elinde bulunduranların zümresine ait olan platformları reddetmek yeni sistemde sistemin dışına kovulmak ve gerici olarak dışlanmak demek!
Denebilir ki; ‘ne olacak ki, ha platformlar ha başka yapımcılar sonuçta esas olan filmlerin yapılması değil mi?’ O noktada sorun şu ki, farketmeden sinema alanında da tekelleşme başlıyor. Bu platformlar şimdilik görece daha geniş yelpazede filmleri destekliyor, ancak gelecekte diğer tüm seçenekleri yok edince sessizce dar çevrede sistemi sorgulamayan, toplumları uyutan filmlerin yapılmasını sağlayacaklar. Hele bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde en büyük yapımcı Kültür Bakanlığı ve TRT olduğu gerçeği açıkken, platformlar işin tuzu biberi olacaktır.
Geçenlerde anlattım işte Özcan Alpler’in platform filmi “Aşıklar Bayramı” ile festival filmi “Karanlık Gece” filmini peş peşe izleyin farkı daha net göreceksiniz. Devlet destekli filmde sansür bir şekilde aşılabilir çünkü kaba bir sansürdür bu. Ancak kapitalist şirkete iş kabul ettirmek mantığı ile yapılan filmde en tehlikeli ancak dışarıdan bakınca gözükmeyen ‘otosansür’ söz konusudur.
Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşımla sohbet ederken, İngilizlerin Collins sözlüğünün yılın kelimesi olarak “permacrisis”i seçtiğini öğrendim. Hepkriz, sürekli kriz anlamında bir sözcük. Kalbin atımı yaşamsal bir şey. Bunun için de önce vücuttan gelen kanın dolması ve sonra da kasılma ile Akciğerlerden gelen kanı vücuda pompalaması gerekir. Bu da toplamda ortalama 1-1.5 dakika sürüyor. Verimli, sağlıklı bir kalp işlevi bunu gerektirir. Ancak filmlerde, dizilerde sıkça gördüğünüz defibrilasyon gerektiren durum ise kalbin bu periyodu tamamlamadan atımını yapmaması ve titremesi gibi bir durum. Yani dakikada 60-100 atımdan, 500 ve üzerine çıkması demek. Zaten defibrilasyonun amacı da kalbin elektriksel aktivitesini normale döndürmek. Permacrisis, günümüz dünyasını toplumlar adına anlatmada doğru bir kelime. Sürekli gündelik sorunlarla başı öne eğilen ve esas sorunların kaynağı olan kapitalist sistemi görmesini, mücadele etmesini engelleyen bir yalnızlaştırma, kendine, doğasına insanı yabancılaştırma hali. İşte bu platformların gelecekte daha belirgin hizmet edeceği asıl konu bu! Üstelik bunu diğer seçenekleri sözüm ona serbest piyasa kuralları içinde yokederek yapacaklar.
Yine de şimdilik müşteri panik yaşamasın ayağı alışsın diye yaptıkları güzel filmler de var. İşte onlardan biri Sebastian Lellio’nun “The Wonder” filmi. Lellio, Şilili, İspanyolca anadilde konuşan biri. “Gloria” ve “Fantastic Woman” gibi filmleri ile tanındı ve bunlar ana dilindeydi. Sonra “İtaatkar” ve “Gloria”nın yeniden İngilizce versiyonunu çekti. Bir tür işareti verdi, ‘Beni kullanın, İngilizce ve istediğiniz filmler yapıp herkese ulaşabilirim’ diye.
Son filmini ben beğendim. Bir platform filmi, İngilizce yapılmış. İrlanda’da kıtlık döneminde geçiyor. İrlandalı bir aile kızlarının 4 aydır hiç bir şey yemeden yaşadığını iddia ediyor. Konuyu araştırsın diye İngilizler bir hemşire gönderiyorlar. Hemşire emperyal güç olan İngilizler için en büyük silahları olan ve ilerlemelerini sağlayan bilimi temsil ediyor. İrlandalılar ise olayı Tanrının bir mucizesi olarak görme eğiliminde. Film ilerledikçe görüyoruz ki bu küçük kızın hayatı üzerinden karşıt fikirler vekalet savaşı yürütmekte. Kız kimsenin umrunda değil! İngiliz-İrlanda, din-bilim üst çatısı dışında, bu güç savaşının alt çatısında da kızın ölen abisi tarafından taciz edilmesi gerçeği var. Aile bu durumu aşabilmiş değil. Çözüm bulamadığı ve kendilerinin de bu mağduriyette sorumlulukları olduğu gerçeğini görüp, sorgulamamak için tipik permacrisis ruh halindeki, sıradan insan davranışı ile en kolay yolu seçerler. Kızın ölümü ile azize ilan edilmesi ve bu suçluluktan dinin aklayıcı etkisi ile kurtulmak isterler.
Hemşirenin, filmde doğasına uygun, insan kalabilen yapısı ise tüm bu denklemi bozar. Hemşire sorunu görür ve çözmek için de mücadele eder. Lellio’nun her filminde başarıyla aktardığı insani ve feminist bakışı bu filmde de var. Bu filmi ise mutlu son ile biter.
Bizim toplum olarak yaşadığımız, filmdeki aile misali hatalarımızı din ile aklama çabası. Bu açıdan bizi de anlatıyor film. Ancak konu seçildiği zaman için uygun olsa da günümüz dünyası için dinin gerçekten böyle bir gücü var mıdır? Bence yok. Bir tür kapitalist dünyanın kendini tartışmadan çıkarmak ve görünmezlik illüzyonu içinde kaybolabilmesi için yaptığı bir oyundan ibaret dini öne çıkarma çabası.
En basitinden Suriye’de Holywood teknikleri ile insan yakan İŞİD nerede şimdi? Kapitalizm için din artık sadece bir sos ve araçtan öte bir şey değil. Yüzbinlerce insan öldü, yerlerinden oldular, emperyal düzenlemeler gerçekleşti ancak hafızalarımızda Holywood yapımı İŞİD propaganda videoları kaldı. Arkadaki esas azmettiriciye ulaşamadık.
Bizde de aynı değil mi? Ülkenin madenleri, dereleri, üç beş tane göz bebeği olan fabrikası, kurumları özelleştirme adı altında kapitalist sisteme peşkeş çekildi. Yoksulluk alenileşti. Ancak hala konuşulan şey başörtüsü ve benzeri şeyler üzerinden güya din. Kapitalist sistemin aracı haline dönüştürülmesinden daha büyük bir saygısızlık İslam’a yapılabilir mi? Zannetmiyorum.