17.10.2023
İstikrar kelimesi sizleri bilmem ancak benim için travmatik bir kelime. Belki bu iktidardan önce daha sempatik hatta saygın bir kelimeydi! Ancak şimdilerde bu kelimeyi görünce geçmiş seçimlerdeki kullanımı aklıma geliyor. Ülkeyi sadece iktidarın yaptıkları ile değil muhalif fikirlerin ve grupların da içini boşaltan çoraklaştıran ‘istikrar durumu’ aklıma geliyor. İnanın ki bu kelimeden neredeyse nefret ediyorum.
Gaston Dupart’ın “Başyapıtım” filmi vardı. Genç bir çocuk, ünlü ve çok sevdiği bir ressamın yanında çalışmak ve bir şeyler öğrenmek için talepte bulunur. Ressam kabul eder ancak öncesinde bir test yapmak ister. Kütüphanesindeki binlerce kitabı alfabetik sıraya göre yeniden dizmesini ister. Genç adam hiç uyumdan uğraşır ve bu görevi tamamlar. Gururla sonuçlanan bir yorgunlukla ressamın karşısına çıkar ve bitti der. Ressam genç adama bakar ve ‘senden asla sanatçı olmaz’ der. Sonra da genç adamın soruları karşısında; kendini tanı, bak sen disiplinli becerikli birisin ancak sanat için bu fazla. Senden iyi memur olur ancak sanatçı olmaz der.
Gerçekten de istikrar çok değerli bir şey ancak yaratıcı ve farklı bakış açısı ile bir şeyler ortaya çıkarmak için de özünde bir dezavantaj. İşte yıllardır istikrarla yönetilen bir ülkeyiz ancak geldiğimiz nokta ortada. İrademizin yok edildiği, farklı düşünce ve yolları üretmede zorlanan bir entelektüel zayıflık ortaya çıktı. Kısırlık ve kabızlıktan başka ne var! Ortada irade yok, savrulan bir güruhdan başka hiçbir şey yok. İçi doldurulmayan ve sonucu değiştirmeyen, örgütlenmemiş sloganlardan başka ne var? Yenildiğimizin bile farkında olamayacak bir ‘ölü toprağı serpilmiş üzerimize.’
“Patton” diye bir film var, 70’lerde yapılmış. 2. Dünya savaşı sırasında ABD’nin Avrupa komutanı olan General Patton’ı anlatan. İlk sahnesi çok güzeldi. Almanlar, ABD birliklerini Avrupa’dan atmışlar. Onlar da Kuzey Afrika’ya yerleşmişler. Patton, ters söylemleri olan bir komutan ancak göreve layık görülme nedeni iyi bir komutan oluşu ve bir tür kurtarıcı olarak görülmesi. Patton gizlice orduyu denetlemeye gelir. Kimi uyur, kimi sohbet eder. Hepsi karşısında üniformasındaki apolet, yıldızlar vs’yi görünce hemen ayağa kalkar ve selam verirler. Hepsine Patton’ın sorusu aynıdır; ‘Asker ne yapıyorsun?’ Kimse doğru düzgün cevap veremez. En son traş olan bir askerle aynı konuşmalar geçer. O da ‘traş oluyorum komutanım’ der. Patton da ‘iyi en azından ne yaptığını bilen biri var’ der.
Daha önce yazmıştım. Zamları, iktidarın yaptıklarını protesto eden bir tv sunucusu seçim gecesi gülerek diğer konuğa ‘evet abi sen ne diyorsun’ diyordu.
Manuela Martelli’nin “1976” filmini görünce aklıma tüm bunlar geldi. Film insanlık tarihinin en aşağılık faşistlerinden Pinochet’in yaptığı zulümleri, sıradan insanlara yansıması üzerinden anlatmayı başarabilmiş. Ülkesi için kendince doğru inandığı şeyleri yapmak isteyen genç çocukların okyanus kenarında, dağ başlarında işkence ve tecavüzlerle yok edilmiş cesetleri gösteriliyor. Ortam vatanı için bir şeyler yapmak isteyen insanlar için öyle ucuz mastürbatif ‘umut etmenin yorgunluğu’ romantizmden çok uzak. Filmde bedel ödeyen ve samimi olarak ülkesi için uğraşan gencecik fidanlar ölüm korkusu ile kelle koltukta yaşıyorlar. Onlar iktidar tarafından yerli-milli olmamakla vatan hainliği ile suçlanıyorlar, öldürülüyorlar. Yıllar sonra ise zaman her şeyi netleştiriyor. Asıl vatan hainin Pinochet ve çetesi olduğu ortaya çıkıyor. Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma huyu var. Umarım bizde bu ortaya çıkma gerçekleştiğinde geç kalmamış oluruz!
Bir papaz ve bir kadın aslında ait oldukları sınıfların iktidarında yaşıyorlar ve bu durumdan da nemalanma imkanları varken, vicdanlarının sesini dinleyip bu çocuklara yardım ediyorlar. İşte günümüzü bizim açımızdan anlatan sahne de bu. Kadın çocuğa yardım etmek için arkadaşları ile bağlantı kurmak ister. Bunun için de belli simgeleri taşıyacak şekilde bunların olduğu mahalleye gider. Bir genç kız koluna girer ve ‘yürü,’ der, ‘sağa sola bakma.’ Bilgileri alır, iletilmesi gerekeni söyler. Sonra da birden ‘hızlan, takip ediliyoruz,’ der. Kadın dediğini yapar ve ‘tamam,’ der genç kız ‘yanlış alarmmış.’ Sonrasında kadının yüzüne bakar ve kadının paniklediğini, şaşırdığını görür. Ortam malum, ölümün kol gezdiği tehlikeli dönemler. Genç kız, kadının bir Pinochet ajanı olmadığını anlamak için bu şekilde test eder. Kadın paniklemese Pinochet’in görevlisi olduğunu anlayacak!
Bu sahne beni çok etkiledi ve düşüncelere sevk etti. İşte seçimin üzerinden kaç ay geçti. Muhalefet yerli yerinde, muhalif entelektüel hiçbir şey olmamış gibi aynı şekilde hayatına devam ediyor. Bu nasıl açıklanabilir? Büyük kurdun dediği gibi “Plana sadık kalmaktan başka” çare düşünemiyorlar ve maalesef Patton’ın dediği gibi ne yaptığını yanlışta olsa bilen bir iktidar var ve bilerek ya da bilmeyerek plana sadık kalan bir muhalefet var.
Yalçın Küçük’ün dediği gibi “Yüce Gök sen bu millete yardım et!”