03.12.2018
Anons filmi Mahmut Fazıl Çoşkun’un ne kadar kaliteli bir yönetmen olduğunun kanıtı niteliğinde. Atmosfer yaratması, oyuncu yönetimi çok başarılı. Hele ilk taksi sahnesi mükemmeldi. Fakat filmin konusu facia. Çünkü film sonrası söyleşide söylenen ‘Darbelerle yüzleşme’ ana temasıyla büyük konuşup "Gerçeği anlatmaya çalıştım" derseniz işin rengi değişir. 1963'teki başarısız cunta denemesi üzerinden "darbelerin analizini yapmaya çalışıyorum" diyen film gerçekleri yansıtmalıydı!
20.yüzyılda toplumumuzun başına gelen en büyük iki kötülük ‘Çanakkale Savaşı ve özellikle de 12 Eylül’dür. İkisinde de toplumu ileriye taşıyacak olan yetişmiş gençlerimiz ya öldüler ya sindirildiler. Sinemamıza da bunun yansımasını daha net biçimde görebilirsiniz. 12 Eylül öncesi konumu İran sinemasına yakındır. Bir de şimdiki haline bakın. İran bir İslam devrimi geçirmesine rağmen sinemasının geldiği nokta başarılıdır. Çünkü rejim değişikliğine rağmen İran sineması var olanın üzerine ekleyerek yoluna devam etmiştir. Bizde ise her şey sıfırlanmış gibidir. İran sineması koşarken bizim sinemamız yeni yeni yürümeyi öğreniyor. En kötüsü de Türk sineması denebilecek bir tarz hala mevcut değil. Halbuki "İran sineması ve tarzı" diye bir kavram literatürde yerini çoktan almış durumda.
Filmde ihraç edilmiş 4 asker, Ankara’daki radyoda okunacak bildirinin benzerini İstanbul’da da okumakla görevlidir. Film bu anonsun yapılmaya çalışılmasını konu ediniyor. Ancak filmin tanıtımında söylenen”‘Böylece halkı yanlarına çekeceklerini düşünen” ifadesi çok naif çünkü darbeler gelmeden önce kendi ortamlarını yaratırlar. Okunacak bildiriler işin sosudur; halka güven vermekten ve failin selam vermesinden öte bir şey değildir.
Filmde ilk başta askerlerin masum bir taksiciyi, sonra da dava(!) arkadaşları olan bir askeri gözlerini kırpmadan öldürmeleri darbe gerçeğini yansıtıyor. Daha sonrasında bu soğuk kanlı katiller bir anda beyefendiye dönüşüyor ve neredeyse rica ederek işlerini halletmeye başlıyorlar. Bu durumun filmin tanıtımındaki yazıda ifade ediliş şekli de çok "tatlış" gerçekten de; “Fakat hesap etmedikleri bir şey vardır o da sivil hayatın görünmeyen gücüdür”. Aslında darbecilerin anlamadığı değil de senaristlerin anlamadığı şey “Askeri darbe mekaniğinin keskin ve bilinen gücüdür”...
Kenan Evren’in sözleri ortadadır. Güya adil olduklarını anlatmak için(!) “Bir sağdan astık, bir soldan” lafı hala hafızalardadır.17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyüterek astıktan sonra “Asmayalım da besleyelim mi” sözü de hakeza. Keskinliği vurgulamak için “İdamları imzalarken ellerim hiç titremedi” demesi de unutulmamıştır. Liste uzayıp gider ancak o gencecik fidanlar yok olup gittiler.
İşin ilginci senaryonun biri muhafazakar diğeri sol kökenli diye bilinen iki sinemacının elinden çıkmış olması... Bir tür sistemin aklanma çabası, hem de zulmettiklerinin eli ile sempatik gösterilerek…. Filmde askerlerden birinin frigidaire marka buzdolaplarının bayiliğini almaya çalışması üzerinden işin iktisadi arka planı işlenir gibidir. Gibidir çünkü asker radyo müdürüne reklam yapmak için fiyat soruyor(!) Aynı zamanda büyük ressam(!) olan Evren’in tabloları ünlü sanat sever iş insanlarımızca kaça alındı? Bir ara araştırın. Senaristlerin siyasi vizyonsuzluğunun sonucunda oluşturdukları "naif darbeci tipi de yapsa yapsa frigidaire bayiliği almayı düşünür”... Darbeyi geçtim, emekli askerlerin bir kısmının, ordudan ayrıldıktan sonra bazı şirketlerde danışman olarak ne kadarla işe başladıklarına bakın!
Film ödüllere boğuldu. Helali hoş olsun. Ama Adana’da Yılmaz Güney ödülü verilmesi, muhtemelen ustanın kemiklerini sızlatmıştır.
Aklıma çılgın, dahi profesör(!) Celal Şengör geldi. Yılmaz darbe savunucusu bu yiğit hocamız bir ara verdiği röportajda darbeyi savunmak için ‘Kenan Evren’in yaptığı her şeyi istisnasız onaylıyorum, insanlara dışkı yedirmek işkence değil’ demişti. Kendisinin ‘bal gibi insan boku yediğini’ söyleyen bu yılmaz Atatürkçü (!) hocamıza ve bu filmi yapan ekibe naçizane bir film tavsiyem olacak. Passolini’nin ‘Salo ya da Sodom’un 120 günü’ adlı filmini izlesinler. Böylece faşizm nedir, bok yemek bal yemek midir? Sorularına yanıt bulabilirler. Bu arada ha badeci şeyhin müridi ha darbecileri savunmak için bok yemeyi savunan profesör. Benim için ikisi de aynıdır.
Bu ülkede 28 şubat döneminde başörtüsü yüzünden üniversiteden atılan insanlar oldu. Avukat, doktor, mühendis olacakken ev hanımı olmak zorunda kaldılar. 12 Eylül nedeniyle öldürülen, sürgünlerde hayatları kararan, insanlar oldu.Oysa filmden sonra başörtülü kızlar da, sol olduğunu iddia eden sinemacılar da filmi alkışladı. Acı olan da bu! Darbelerin başarılı olduğunun kanıtı resmen!
İnsan düşünmeden edemiyor.’Bu ülkenin meselesi bok yedirenlerden çok, onu savunan ve her alanda görülen “ bal gibi bok yiyenler” olsa gerek...