27.05.2025
İnsan aklı 1800’lere kadar dünya üzerindeki diğer biyolojik yapısal açıdan benzer olan canlılar karşısında üstünlük için öncülük eden bir üstünlük kaynağıydı ancak sanayi devrimi ve sonrası aklın hakimiyeti artık diğer canlılar ve doğa üzerine etkiden ziyade insan türünün kendi arasındaki bir ayrım için araç olmaya başladı. Aklın doğa ve diğer canlılara karşı kullanım tarzını bu kez diğer insanlar üzerinde bir araç olarak güçlü olanlar tarafından kullanılmaya başlandı.. Aklın bu eskisinden daha etkin kullanılan yeni rolü ile birlikte Nietzsche meşhur ‘Tanrı öldü’ sözünü Zerdüşt’e söyletecekti. Ölen bir tanrı elbette olamaz, ölen aslında ‘eskinin tanrı kavramıydı.’ Sanayi devrimine kadar bir şekilde bir ebeveyn gibi insanların kabul ettiği tanrı ölmüştü çünkü insan aklı artık, çocuk gelişimi misali, antik Yunan ile başlayan vareden-değiştiren eylemlerde bulunmaya başlamış, bir ergenin ebeveyne karşı gelmeye başlaması ile birey olarak kendini inşa etmeye çalışması misali, akıl açısından doğum öncesi gibi ölüm sonrası da varoluş açısından karanlık olan, aklın sayesinde yapma ve bir şeyleri değiştirmenin büyüleyici etkisi ile ,ki Amerika kıtasından habersizken, zamanla uzayın keşfinden, geçenlerde Çin’in nesli tükenen 12 bin yıllık ulu kurtları yeniden kopyalamasına kadar ‘hayal edilenin gerçeğe dönüştüğü’ bir dünyaya evrildi. İnsanlık tarihi boyunca gerçek ile hayal hiç bu kadar örtülmemiş ya da karışmamıştı. Dikkat ediniz yaratıcı bir azınlık ölen tanrının yerine geçti, insanlığın büyük kısmı ise bu ‘insan-tanrıların’ kullarına dönüştü. Tanrılar yaratır, kullar ise bu yaratılanı tam olarak anlayamaz ve eski tanrılara İnanların anlayamadıkları şeyleri ‘mucize’ olarak tanımlaması misali bir bilinmezliğe boyun eğme tanımlaması ile benzeşen bir dünyadayız artık. En basitinden dikkat ederseniz eskisi gibi zihin açan bilim kurgu eserleri yok. Neden? Çünkü bilimin gerçekliği kurgudan da öte bir halde. Bizim kendi köylü ligimizdeki siyasi sloganı uyarlarsak ‘eski tip insanlar hayal eder, yeni ‘üst insan ya da tanrılar’ ise yapar!’
Sıradan insan ne yapıyor bu değişim karşısında? Çoğunluk zeminin değiştiğinin farkında bile olmadığı için biyolojik gerçekliğini sınırlarını aşan bu durum hakkında düşünmüyor bile. Bunlar yeni tanrının özünde biyolojik bir tür olan ve binlerce yıllık varoluşlarına rağmen bir canlı türünden ziyade bir fabrika da üretilen cansız bir besin maddesi misali -canlı türden çok cansız bir maddeye dönüşen- tavuklar misaliler. Sayıları artan ancak canlılığı yokedilen, varoluşuna aykırı bir yeni yaşam tarzını kabullenmiş konumdalar. Bunlar yeni tanrının bilinçsiz ancak sadık kulları gibiler. Her kul misali inandığı tanrının kaderlerini tayin etmesini de kabul ediyorlar.
Peki sorgulayanlar? Onların eski bir türü 2. Dünya savaşı ve sonrasında ortaya çıkan Nihilistler misaliler. Fransız Devriminden beridir hep yükselen ve aklın en büyük gösterim şekli olan bilimin yaptıklarına hayran olanların çocukları olarak, aklı bir ebeveyn ve tanrı olarak desteklediler ve hayranlık duydular. Sonra 2 dünya savaşı- ki 2. Si insanlık tarihinin üstelik en gelişmiş denilen kalbi olan Avrupa üzerinde patlak verdiğinde- bu tanrının karanlık yüzü ile tanıştılar! Bir tür varlığını inşa eden ebeveyn tarafından tacize uğrayan çocuk misali bu karanlık yüzün vahşetinin farkına varan pek çok filozof basit insan beyni savunma mekanizması ile bu karanlık yüzü sadece bastırmaya, yok saymaya çalıştılar. Bunların talihsizliği aklın iyi yönlerini görmek, onun güçüne inanmak ama aynı zamanda da onun karanlık yüzünün farkına varmaktı. Bastırmayı da mistik bir eski tanrıya dönmek yerine yine akılla yapmaya çalıştıkları için de nihilizm bataklığı ile lanetlendiler bir nevi. Oysa çok değil işler biraz daha soğuk savaş parantezinde istikrar kazanınca bu kitlenin doğru muhalif bir uyanışını engellemek için uyuşturucu-sex-alkole indirgenen bir kendi izole hapishanelerinde oyalanmalarını sağlayan başka bir bataklık olan Osho misali mistik başka bir bataklığa sistem tarafından saplanmaları sağlanacaktı.
Ya da şimdilerde yapay zeka ile uğraşan teknisyenlerin idolü olan Spinoza’nın meşhur ‘bir taş yukarı atılsa ve havada bilinç kazansa, kendisinin iradesi ile düştüğünü sanır’ misali her şeyin zaten baştan belirlendiğini savunan ve insan iradesini değersizleştiren bir başka bataklık olan determinizme sürükleniyorlar.
Bu son saydığım yarım entelektüel kesimlerin laneti az çok gerçeği görmek ve gerçeği değiştirmeye ya da sisteme direnmeye cüret etmek yerine akılarını kendilerini avutmak, acı gerçekle yüzleşmekten ziyade onu rasyonalize etmek için akıllarını kullanmaktan ibaret. En basitinden taşa havadayken bilinci versek farzı muhalini yapmak o bilinci veren Tanrı olmak demektir. Tanrıcılık oynamak ayrı Tanrı olmak ayrıdır. Daha önce yazmıştım, Kuran’da ‘niyet’ kelimesi geçmez diye. Niye geçsin ki niyeti Tanrı bilir, insan bilemez. İnsana bilemeyeceği şeyi neden söyler ki bir tanrı, saçma olurdu. İnsan mücadele edendir, değiştirmeye cüret edendir. Kendi zihnin hapishanesine kendini gönüllü hapseden değildir!