25.09.2022
Son 30 yılda en fazla insanın ölümüne neden olan karışıklıklar nerede yaşandı? Irak ve Suriye’de. Bu iki bölgenin de coğrafi olarak bizim açımızdan bir önemi var. İkisi de komşumuz. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak adlandırdığı ve kendi çıkarlarına göre bu coğrafyayı dizayn etme girişimi olduğu gerçeğini de unutmamak gerek. Ha bir de meydanlarda ve basında bu meşhur BOP’un eş başkanıyım diye gururla gezen kimdi? Size zahmet bir Google’a yazın. Sırada kim var sorusu ile geçen son yıllardaki bahislerde öne çıkan iki ülke var. İkisinin de başına bir şey geleceği BOP’çulara göre kesin ama önce kim tartışması onlara göre gündem. Biri İran diğeri de biziz! Lütfen bu stratejik gerçekleri de unutmayın. Biz büyük resmi görenler derneğine üye olmadığımızdan, işimiz sinema, sanat yani sıradan insan ve küçük resim. Bu açıdan bakalım ‘büyük resmi görenler derneğinin’ temsilcilerinin ekranlardan çıkaracağı gaza zaten maruz kalacaksınız maalesef. Gerçi ülkemizin Nobel Tıp Ödülü alacak kadar dahi olan ancak sırf Türk olduğu için hakkı yenen bir Profesör hocamızın iddiasına göre gaz koklamak kadar sağlıklı bir şey de yokmuş. Hele bir de kadının çıkardığı gaz kadar şifalı bir şey dünyada yokmuş. Farkında olarak ya da olmayarak yandaşlık yapıp ekranları işgal edenler artık bu bilimsel veriyi göz önünde bulundurur inşallah da Nagihan ve benzeri kadınları daha fazla ekrana çıkarır. Bilim ne derse odur. Bir tür toplum sağlığı projesi sonuçta.
Gelelelim küçük resme. İran kaynıyor. Bu kez farklı üstelik. Bir tür cana tak etme hali var. İslamı öne sürerek kadınlara dayatılan tahakküme karşı bir isyan var. Bizdeki 28 Şubat’ın kadınlara başını açacaksın demesinin tersi bir durum var İran’da. O da başını kapatacaksın! Mesele aç/kapadan öte aslında. Aslolan kadına emretme ve dayatma. Mesele örtü üzerinden her iki durumda da kadının iradesini yok sayma haliydi. 28 Şubat kaybetti ancak şimdilerde dünün mağdurları yine dinin arkasına saklanarak bu kez de karşı tarafa örtünün, öyle giyinin şöyle giyinin diye baskı yapıyor. Ee demokrasiyi bir tren olarak benimseyince insan bataklık durağında iniyor demek ki?
Meselenin ne örtü ne de din olmadığı asıl meselenin erkek egemen feodal baskı düzeni olduğunu anlatan ve her ne kadar oryantalist bir bakışla yapılsa da başarılı bir film olan “Soraya’yı Taşlamak” filmini hatırlayalım bu hafta. Gerçek bir olaydan esinlenen film ABD’de çekilmiş. Cyrus Norwasteh’in yönettiği ve Freidoune Sahebjam’ın eserinden uyarlanan bir film.
Ali isimli bir insan (lafın gelişi) yeni rejimle birlikte yükselmiş ve bizdeki iddia edilen FETÖ borsası misali bir yapının içine girebilecek bir konuma gelmiştir. Parayı ve itibarı bulmuştur. Rüzgar ondan yana esmektedir. Hal böyle olunca da su akarken testisini doldurmaya çalışmaktadır. Biraz mecaz özürlü bir insan olduğu için bildiğin testisleri de dolmaya başlar, hormonlar tavan yapar. Ortamını bulan fareler misali bir çoğalma isteği Ali’yi ‘Yüzüklerin Efendisi’ serisinde yüzüğe yaklaşanlar gibi ruhunu esir alır ve gözü hiçbir şeyi görmez hale gelir. Serideki sıradan, masum Smeagol’un acımasız kötü Gollum’a dönüşmesi misali şuursuz biri olur. Testisleri yeni ortamdaki güç ve vurgunları sayesinde dolmaya devam ettikçe bu dönüşüm daha da hızlanır. Bir gün FETÖ borsası gibi ağına düşürdüğü bir doktorun 14 yaşındaki kızı ile evlenmeyi planlar. Kızın kabul etme nedeni de babasını kurtaracak olmasıdır. Ali zenginleşmeye ve testisleri dolmaya devam ettikçe acımasız bir Gollum’a dönüşür. Önüne engel olarak çıkan 2 kızı ve 2 oğlunun annesi Soraya’ya şiddet uygular ve boşanması için baskı yapar. Kadıncağız da çaresizlikten, maddi imkansızlık ve fakirlikten boşanmak istemez. Bunun için de İslam hukukunu öne sürer. Ali’de İslam hukukunu yeni eğip bükme aracı olarak görür ve kurtulmak için bunu kullanmaya karar verir.
FETÖ borsası misali eski rejimden hızlıca yeni sisteme adapte olmuş, köyün Mollası olan omurgasıza işi çözmesi için baskı yapar. Çözmezse de eski defterleri açacağını söyler. Bir başka Gollum olan Molla da kabul eder. Önce, Soraya ile konuşur. Arada kendi testis hakimiyetine girer ve ahlaksız ama dini perdeyle örtülmüş tekliflerde bulunur. Kadının teyzesi Mollayı kovar. Ali istediğine kavuşamayınca, testis hakimeyeti daha da öfkesini artırır ve acımasızlaşır. O sırada eşi ölen birinin ev işlerini yapması için Soraya’nın çalışmasına izin verir. Soraya bu iş sayesinde Ali’den kurtulmayı ve gerçek anlamda bağımsız kalmayı düşünür. Ancak fakirin bu olmayacak duasına amin denilse de sonuçta bu daha da büyük felaketin başlangıcı olur.
Gollum Ali, FETÖ borsasından tanıdığı ve ipi elinde olan Mollayı da yanına alarak Soraya’ya ölümcül darbeyi vurarak işi bitirmeye karar verir. Kadını herkese baskı yaparak yalancı şahitler sayesinde ve kadının güvendiği hukuku kendisine karşı döndürecek şekilde silah olarak kullanır ve sözde İslam adına recm edilerek öldürülmesine neden olur. Soroya’nın öz babası, erkek çocukları da bu caniliğe ortak edilerek bu barbarlık gerçekleştirilir.
Hz. Ali’nin güzel bir sözü var. “Bir zulmü engelleyemiyorsanız en azından onu herkese duyurun.” Soroya’nın teyzesi de bu söze uyar ve en azından bu zulmün bilinmesini köye tesadüfen gelen gazeteciye anlatarak uymuş olur.
Hz. Ali’nin şiarına öyle ya da böyle uyan mafya liderinin susturulduğu, iddia edildiği kadarıyla kamuya ait bankadan aldığı krediyi ödemeyerek bedavadan medya sahibi olan patronların, sahibi olduğu medyanın sustuğu hatta dünün başörtüsü mağduru olan muhafazakarların LGBT’lilere ölüm naraları atarak ya da pek çok konseri yasaklatarak ÖZGÜRLÜKLERİNİ kullandıkları güzelim ülkemizde artık bizlerin Soroya’dan bir farkımız kaldı mı ki?
Bizler yobazların Gollumvari özgürlüklerinin son mağduru Mohsen Namjoo’nun Toranj şarkısındaki “Dedi ki: Sen nerelisin? Zira perişan görünüyorsun. Dedim: Ben tanıdık şehrin, tanınmayan insanıyım.” Artık bizler güzelim ülkemizin karanlıkta kalan aydınlık insanlarıyız. Işığımız hiç sönmesin!