24.12.2018
Cumartesi sabah erkenden City’s Nişantaşı AVM’ye gittim. AVM’ler halkımızın sosyalleşme ve vakit geçirmek için mecburi istikmatleri haline getirilmiş durumda. Hele anadoluda hafta sonları AVM’lere giderseniz gördüğünüz kalabalığa inanamazsınız. Sanırsınız ki Kabe’yi tavafa gelmiş insanlar, öyle inanılmaz bir kalabalık. Aralarındaki fark ise birinde gönüllülük esas diğerinde mecburiyet, biri inancı gereği diğeri başka seçeneği olmadığı için gidiyor. Birine inanılıyor diğeri kendine, görünürde gönüllü aslında mecburi, insanlar oluşturmuş, kendine taptırır durumda.
Kabe Zemzem Towers gibi gökdelenler ile kapitalizm tarafından işgal edilmiş konumda. Kabe’nin son fotoğraflarını görmüşsünüzdür. Kapitlizm için hac bir ibadet değil kar getiren bir turizm faliyeti olarak görülür. Kapitalizm gelen turistleri (ki onları inançlı müslüman olarak görmez) ağırlayabilmek için yatak kapasitesini artırmak amaçıyla en son 22 tane olan gökdeleni bir bıçak gibi islamın kalbine saplamış durumda. Müslüman olmayan birilerinin elinde olsa bu bölgeler, sit alanı olarak kabul eder bir çivi bile çaktırmaz ve tarihi bölge diyerek korurlardı. Kapitalizm bulaştığı her şeye bir şekilde nüfuz ederek kendine dönüştürür. İşte o kuleler kapitalizmin bir inanca karşı zaferinin sembolleri haline gelmiştir. 2. Selim’in ‘’Etrafa bina yapılmasın, çevresine kurulacak yapılar da 5 metreyi geçmesin.’’ fermanı var. Nereden nereye.
Bizdeki üç beş cahilin Kabe maketi etrafında insanları döndürerek kendi çaplarında eski tip sömürülerini bir tarafa bırakalım bir de kapitalizmin kazanına düşen entelektüel uyanıklar var. İşte müziklerini çok sevdiğim Mazhar Alonson da bunlardan biri. Abimiz demiş ki ‘’Şarkıyı nerede yazmış olduğumu söylemesem siz onu bir aşk şarkısı olarak dinliyorsunuz, Yandım şarkısını Kabe için yazdım.’’ Söylediği yer neresi Üsküdar Belediyesi’nin bir etkinliği. Yani gelen halkın kendisini daha fazla kabul etmesi ve ben de sizdenim demek için söylenmiş bir söz. İşin ilginci 20 yıl önce de Bodrum aşkı için yazdım demiş olması. İlahi Mazhar abi! Belediye halkı AVM dışında bir sosyalleşme alanı oluşturmuş, tam buna sevineceğiz. Sen AVM ruhunu taşımışsın oraya. Allah uzun ömür versin, ileride halkçı bir iktidar gelirse acaba hangi şarkını Nazım Hikmet ya da Berkin Elvan için yazdım diyeceksin çok merak ediyorum.
Bir ara da rakı sofralarının vazgeçilmezi ‘Bir kızıl goncaya benzer’ şarkısında da benzer söylemler oldu. Şarkının bestekarı Üsküdar musiki cemiyeti başkanı –ne varsa Üsküdar’da var- Amir Ateş de bu şarkının peygamber efendimiz için yazıldığını söyleyip ‘’Tahtını biz yaptık ama bahtını başkalarına bıraktık.’’ demişti. Ah üstatlarım madem böyle halis niyetleriniz var bizi neden günaha sokuyorsunuz. İşin ekmeğini yerken sesiniz çıkmasın sonra siyasi iklim değişince işin aslını açıklayın(!) Ne diyelim Allah affetsin.
1989 yapımı sinemamızın yüzakı filmlerinden ‘Uçurtmayı vurmasınlar’ filminin yönetmeni Tunç Başaran da geçenlerde filmi için ‘’Politik bir film değildi, sevgi temalı bir filmdi.’’ dedi. Yetinmedi ‘Sanatın politik bir amacı olmamalı. Bu tüm sanat dalları için geçerli.’’ diye de ekledi… Hadi kendi evladın olan filmi sözlerinle yaraladın bari sanat hakkında fetva vermeseydin be üstat. Denilir ki her film politiktir, politik olmadığını söyleyen film bile bu tavrı ile politiktir. Bu yazdıklarım sanatçılarla ilgili, elbette aslolan sanat eseridir.
En büyük jüri olan ‘’Zaman’’, sanatçının kişiliğini, dönemi içerisindeki eylemlerini, konuşmalarını değerlendirmeye almaz; Sanatçı ne söyleyecekse eserinde söylemeli.
Bir insan olarak Knut Hamsun ve Heidegger, Hitler siyasetini desteklemişlerdi. Savaş sonrası Norveçli’ler Hamsun’un evinin önüne sessizce kitaplarını bırakmaya başladılar. Bir fani olan Knut Hamsun, bir nevi zamana yenilmeyecek eserler bırakan yazar Knut Hamsun’u temsil eden bu kitap yığınının altında kalarak öldü. Allah hiçbir sanatçıyı bu hale düşürmesin, Amin.
Son Malatya Film Festivali’nde bir usta yönetmenimizin ustalar sınıfı toplantısına katılmıştım. Bir kadın katılımcı, ustayı övdükten sonra ‘’Duyguyu seyirciye nasıl geçiriyorsunuz?’’ diye sordu. Üstad gülümseyerek ‘’Seyirciye nasıl geçiriyorum bilmiyorum.’’ dedi. Salonda kahkaha tufanı koptu. Yine son yıllardaki en iyi Türk Filmlerinden birini yapan bir yönetmen, Süleyman Dağı filminin soru cevap kısmında, köy ağası edası ile merdivenlerden çıkışa doğru inerken filmin başrol oyuncusu Kırgız kadına bakıp alaycı bir ifade ile gülümseyerek –oyuncunun giydiği Kırgız yerel kıyafetlerini kastederek- ‘’Bunları nerden alabiliriz?’’ dedi. Kadının tercümanın çevirisi sonrasında gülümsemesi kayboldu ve kısaca Kırgızistan’dan dedi. Heyhat…
Sözün kısası sanatçının çiğliği, davranışları ayrı, eserleri ayrı. Netice de insanlar ölümlü, gerçek sanat kalıcı…