28.05.2021
“Ben Tanrı tarafından bu devlete gönderilmiş bir at sineğiyim. Ve bu devlet koca cüssesi nedeniyle yavaş hareket edebilen ve canlanması gereken bir attır. Ben de Tanrı’nın bu devlete musallat ettiği bir at sineği gibi bütün gün boyunca her yerde sizi uyandırıyorum, hareketlendiriyorum, azarlıyorum ve ikna ediyorum. Ve eğer Tanrı sizi düşünerek bir at sineği daha göndermezse, hayatınızın geri kalanını uyuyarak geçirirsiniz.”
Bu ifadeler 2400 yıl öncesinde Sokrates’in yaptığı savunmasından. Toplumu ve hakikat için kendi huzurunu hatta hayatını riske atan birinden. Bir tür kendine zarar veren kahraman öyküsü.
Aslına bakarsanız her tür entelektüellik bunu gerektirir. Bulunduğu taraf ne olursa olsun eleştiride bulunmak. Bunda da amaç hakikate ve toplumun ilerlemesine katkıda bulunmak. Bir ara yazmıştım Jeffrey Epstein ve belgeseli hakkında. Parası var, bağlantıları çok sağlam, dolayısıyla Harvardlı profesör de savunma avukatı olmuş. İşin ilginci bu profesör hukuk fakültesinde insanlara ‘adaleti’ anlatıyor. Ancak uygulamada tek bildiği müvekkilini her ne pahasına olursa olsun en az ceza ile kurtarmak! Hakikat umrunda değil. Aynı durumun benzeri ülkemizde de yaşandı. Parçalara ayrılıp bavullar içinde çöp kutusuna atılan kız ya da uyuşturucu ve alkol etkisindeyken yaptığı trafik kazasında bir ailenin yok olmasına neden olanları hangi ünlü profesör hukukçu kurtardı? Dediğim gibi savunma hakkı elbette kutsal ancak sizce bu durumlarda hakikat mi ön planda, müvekkili her ne pahasına olursa olsun kurtarmak mı? İşte entelektüellik de böyle bir şey ya Sokrates olup zamana hükmedersiniz ya da goygoycu olup ‘bas bas paraları Leyla’ya bir daha mı gelecez dünyaya’ dersiniz.
Bizim gibi kapitalizme gerçek anlamıyla geçiş aşamasındaki ülkeler bir tür fırsatlar ülkesidir. Fırsat denilen şey de şimdilik devlet eliyle olduğu için devlet imkanlarını kullanabilecek şartlara ulaşabilmekte saklı. Hal böyle olunca her türlü çakal bu coğrafyada avlanır. Anadolu’da orta halli bir şehirde lise mezunu bir gençsiniz. Kapitalist anlamda yırtmak için en başarılı model üniversite sınavını kazanarak doktor, mühendis, avukat ya da öğretmen olmaktır. Ancak bu model pek matah olmasa da çaba gerektirir. Siz de o çabayı gösterecek maça yok. Ancak elektrik gibi de adamsınız, yani en kısa yoldan akmayı biliyorsunuz. Geçiş dönemindeki ülkelerde bu özellik öyle küçümsenecek bir şey değil. Neden sizden bir Scarface filmindeki Tony Montana çıkmasın ki? Bu hayalinizin gerçekleşmesi için de siyasete yanaşırsınız. Siyaset aslında birikim ister ancak siz daha çok biriktirme kısmı ile ilgili olduğunuzdan içeriğe bakmazsınız ve amaca ulaşmak için elbette iktidarı elinde bulunduran tarafta olursunuz. Aslında siz de bir dava adamısınız. Örneğin davanızın adına “Porsche davası” diyebiliriz ancak toplum sizin kadar kapitalist gerçeğe alışık olmadığı için davanızı bol bol hamaset, vatan, millet, din ile örtmek zorundasınızdır. Dedim ya toplum sizin ileri görüşlülüğünüze daha hazır değil.
Sizin gücünüz pratik zekanızdan ve gözüpekliğinizden geliyordur. Bir süre sonra kendinizle gurur duymaya bile başlarsınız. Hatta klasik size sunulan modeli kabul edip bir üniversiteye gidip bir meslek sahibi olsaydınız diye düşündüğünüz anlarda aynaya bakıp ‘Allah korumuş’ dersiniz. Çünkü o klasik modelin başarılı olanları bile size ulaşıp üniversitede kadro bulmak için ya da idari görev alabilmek için sizden yardım talep ediyordur.
Gerek “Muhteşem Gatsby” gerekse de Sean Durkin’in son filmi “The Nest” hatta “Martin Eden” gibi sınıf atlamak her dönem için zor bir şey. Hele ki pratikteki cesaretinizi destekleyecek teorik bir birikiminiz yoksa dönüşmeniz gerek. Ancak dönüşüm ve istikrar için mevcut durumunuzu anlayacak kapasite ve irade gerek. Eğer gerekli kapasite ve irade yoksa, şartları dönüştürmekten çok şartlar sizi dönüştürür. Saman alevi gibi kısa sürede parlar ve sönersiniz. Bir araç düşünün saate 50 km hızla giderken yapacağı kaza ile saate 200 km giderken ki yapacağı kazanın sonuçları çok farklı olur. Hız her zaman olumlu bir şey değildir. Özellikle de kontrolü kaybettiğiniz zaman.
Bu tür aracıların en kötü sonu açığa çıkma durumundadır. Hemen olay “Görevimiz Tehlike” filmlerinin repliğine döner “Senin görevin Jim, tabii kabul edersen… Her zaman olduğu gibi sen ya da arkadaşlarından biri yakalanacak veya öldürülecek olursa eylemlerinizden habersiz olduğumuzu açıklayacağız. Bu kaset 5 saniye içinde kendi kendini yok edecektir. İyi şanslar Jim...”
Tabi fark var. Jim’in kimlerin adamı olduğu kadar asıl neler yaptığı ile ilgilenmek hatta bu mekanizmaları ortaya çıkarmak basının ve toplumunu düşünen at sineklerinin görevi. Ancak gel gör ki yine esas olaydan/perde arkasından ziyade Jim’in pudra şekeri çekip ahlaka aykırı davranışına takılıp kaldı. Yani Jim pudra şekeri çekmese mazbut bir yaşam sürse yaptıklarının bir önemi olmayacak! Bunun adı iktidarın değer yargıları ile değerlendirme yapan içi boşaltılmış muhalefetçilikten başka bir şey değil.
Tabi basının aktif olarak bulduğu bir şey de yok. Bir iç çatışma ve çekememezlikten kaynaklanan ve servis edilen bir durum söz konusu ki en acı olan da bu!