07.02.2021
13 Mayıs 2014'te Soma faciası gerçekleşti ve 301 madenci yaşamını yitirdi. 10 Ekim 2015’te ise Ankara Gar Meydanı’nda bombalı saldırı sonucunda 109 insanımızı kaybettik! Her iki olayda da iktidar hariç herkes bir şekilde sorumlu sayıldı.
30 Ekim 2015 gecesi Romanya’nın başkenti Bükreş’te Colective adlı bir barda yangın çıktı. 64 ölü, 146 yaralı vardı. Hükümet sorumluluğun kendisinde olduğunu belirtti ve istifa etti. Bugün bu yangın olayını anlatan Romen yapımı “Colective” filmini konuşacağız. Başlangıçta bizdeki olayları hatırlatma nedenim her ne kadar filmdeki ifade ile “Romanya’daki sistemin çürümüşlüğünü” anlatsa da bizler açısından yine de daha iyi işleyen bir sistemleri olduğunu aklımızdan çıkarmamak içindir. En azından Romanya’da iktidarlar kendi sorumluluk dairesindeki konularda başarısız olunca istifa etme bilincine sahipler!
Gelelim filme. Gazete Sportif, adından da anlaşılacağı gibi aslında bir spor gazetesi. Ancak bu yangın sonrasında hastanelerde yanık tedavisi gören pek çok hastanın ‘hastane enfeksiyonu’ nedeniyle ölmesini şüpheli buluyor ve araştırmaya karar veriyorlar. Elde edilen ilk bulgularla olayın ne kadar büyük ve organize bir çürümüşlük olduğunu fark ediyorlar. Çünkü Romanya’daki hastanelere dezenfektan satan şirket tekel konumunda. Malum tekelleşmenin olduğu yerde hele ki bizde ve Romanya’da olduğu gibi devlet kapitalizminin egemen olduğu toplumlarda kontrol mekanizmasının zayıf olacağı kesin! Bizdeki haliyle anlatırsak ayda on bin lira maaş alan yöneticinin bir milyon liralık ihaleye imza atması gibi bir garabet durum söz konusu. Nitekim sistem çürümüşlük konusunda çok iyi organize olmuş konumda ve eski bir doktorun kurduğu dezenfektan şirketi ülkedeki tüm büyük hastanelere dezenfektan satmakta. Tezgah iyi kurulmuş ancak sıkıntı şu ki bu spor gazetesindeki namuslu gazeteciler şirketin sattığı dezenfektanları alıp bağımsız bir laboratuvarda inceletirler. Uğur Mumcu’lar ile birlikte ülkemizde kaybolan “araştırmacı gazeteciliğin” mükemmel bir örneğini gösterir bu gazeteciler Romanya’da. Ve fark edilir ki, dezenfektanların etken maddesi olması gerekenden on kat daha azdır. Yani bizdeki meşhur ifade ile ‘malzemeden çalınmıştır.’ Dezenfektan diye kullanılan şey aslında dezenfektan özelliğine sahip değildir.
Bu büyük skandalın ardından dönemin Sağlık Bakanı’nın açıklamaları ise ara ara bizde de gördüğümüz tarzdan açıklamalara benzer ‘bizim sağlık sistemimiz Almanya’dan iyidir,’ gibi. Bakan etken maddenin kimyasal analizini yapmak yerine manipülasyona başvurarak hastanedeki farklı yerlerden örnekler alıp, dezenfektanın etkili olup olmadığını sadece dört tane bakteri türü üzerinden analiz edip dezenfektanı aklamaya çalışır. Tabi bu kamuoyunu tatmin etmez ve bizde unutulan bir siyasi mekanizma olan ‘istifa’ kararı devreye girer.
Dezenfektan şirketinin sahibi ise yargılama sürecinde şüpheli bir trafik kazası sonrası ölür. İntihar ya da kaza olarak geçer kayıtlara. Ancak bellidir ki işin arkasındaki siyasi ve diğer üst düzey yöneticilere gitmesin diye bu rüşvet çarkının sekreteryasını üstlenen isim Görevimiz Tehlike filmlerinin başlangıcında olduğu gibi ‘yakalanırsan seni tanımıyoruz’ misali arada harcanmıştır. Bizdeki ‘Tosuncuk’ olayını düşününce ne kadar da acımasızlar Romen mafyatik-bürokrasisi diye insan düşünmeden edemiyor. Adamı Uruguay’a kaçırsaydınız ya!
Sonrasında teknokrat bir hükümet başa geliyor. Viyana’da eğitim görmüş genç bir ekonomist sağlık bakanı oluyor. Kamera artık bu bakanı takip eder. Bu süreçte de bakanın bürokrasi canavarının karanlık dehlizlerindeki zorlu mücadelesini görürüz. Filmin en yanlış ve zayıf yorumu da bence bu kısımdır. Eskden SSCB’ye bağlı Rus hegemonyasındaki Doğu Bloğu ülkesi Romanya vardı, şimdilerdeki durumunun asıl sorumlusu olan ve 2007’de girdiği AB sürecini eleştirel olarak ele almak yerine bu durumu kutsamaya başlıyor film.
Bu olaylar sonrası ilk seçimde sosyal demokratların güçlü bir şekilde iktidara gelmesini bir tür gerileme/gericilik olarak yorumluyor. Sözüm ona Romen sosyal demokratlarını savunmak için söylemiyorum bunu. Kaldı ki bizler ‘Ekmek için Ekmeleddin’, ‘Kuantum Kafe sahibi İnce’ ya da ‘Sarıgül’ün’ eleştirisini yapamamışken kalkıp da onları savunacak halimiz yok. Ancak yine filmdeki bir sahne ile anlatacak olursak; profesör ünvanlı bir yöneticinin küfür ederek ihalede yolsuzluk yapılması ve uygun olmadığı halde bir şirkete onay verilmesi için iki çalışana baskı yapması ve o iki çalışanın da bunu şikayet etmesi sonrası bakanın ‘bunlar adalet için değil sadece gururları kırıldığı için şikayet ediyorlar’ misali bir durum söz konusu. Mesele fikirler değil, mesele kişisel egolar ve siyasi istikbal beklentilerdir maalesef.
AB süreci ile birlikte Romanya’daki iyi doktorların Almanya, Fransa gibi ülkelere gittiği gerçeğini unutmamak gerek.
Ancak her halükarda AB ile birlikte toplumunun açıklarını en azından tartışmaya açan bu filmin Romanya’yı Oscar yarışında temsil edecek olması da bir gerçek.