12.06.2023
Dünyanın dili ve kuralları değişiyor. Değişim o kadar hızlı ki uyum sağlamak insan biyolojisi için imkansıza yakın. Bu yeni dünyanın vitrininde kapitalizm tanrısının atadığı peygamberler var. Elon Musk şimdilerde en bilinir olanı. Peygamberlik yapısı gereği halk ile temas kurmak, görünmek, bilinmek, model olmak zorunda. Herkes peygamber olamaz çünkü o kadar kontenjan yok. Değerli olan az sayıda olmak zorunda. Ancak geri kalan müritler peygamber ‘gibi’ olma isteği ile güdülenmeli. İnsanlar doğaları gereği, büyük kısmı mücadele ederek yeni bir dünya yaratmak yerine mevcut dünyanın dilini öğrenip kendini de bu dünyaya dahil ederek ‘kazanan’ olmak ister. Bu da kapitalist dinin manevi temelini oluşturur. Yeni bir gerçeklik yaratmanın meşakkatinden uzak var olan bir düzen içinde yoluna bakmak kolaycılığına kapılır.
En popüler kapitalist peygamberi örnek veriyoruz. Bizdeki modelleri gibi zaaflarının olmaması doğal. Hani beşli hayır çetesi misali varlığı tamamen devlet imkanlarına muhtaç birisi değil. Sonuçta ortaya bir ürün, başarı koyabiliyor. Üreten biri. Ortaya bir değer koyduğu için de şımarık ve küstah bir galip komutan gibi gururla ekranlara çıkıyor. Bizimkiler ise ifşaaların karanlık kuytularında kriminal mahçup bir şekilde duruyorlar. Bizde bu görevi kim yapıyor? Elbette onları zengin eden güç. Bir arkadaşım kazancı, düzeni iyi olmasına rağmen Almanya’ya yerleşti. Nedenini sorduğumda ‘sabah akşam aynı surata maruz kalmak travması’ demişti. Haklıydı.
Bırakalım bizim bu üçüncü lig, dünyanın 200 yıl gerisindeki hallerimizi. Dil değişiyordan kastım ne? Çok iyi yetişmiş insanlar artık yeni dünyada eski konumlarını ve değerlerini yitirdiler. Çin’de otoriter sistemin ilerlemek amacıyla fason üretimle başlayıp, üst düzey teknolojik ürünler üretme sürecinde insanını kullanması gibi Batı kapitalizmi için de beyaz yakalılar benzer durumda. İt gibi çalışıp vitrine konan peygamberler gibi olma ihtimali artık yok. Bunu da kendi çabaları arttıkça yarattıkları durum neden oluyor. Daha çok çalıştıkça ürettiklerinin sayesinde daha değersiz oluyorsun. Otomasyon arttıkça önce vasıfsız işçiye gerek kalmıyor, sonra da onu üretene. Her iddialı din gibi kapitalist yeni modelde boşluk bırakmıyor. Bu oluşan boşluğu nasıl dolduruyor? Elbette sosyal medya ve new age yönelimler, yaşam koçluğu, psikoloji vs ile. İnsanı sahte bir dünyaya mahkum ederek içine dönmesine ve dış dünya ile ilgilenmemesine neden oluyor. İntiharını bile sosyal medya üzerinden yapan insanlar var. Gerçek dünyayı değiştirmek yerine sistemin yarattığı yalan dünyada isyan! Ne kadar zavallıca. Gerçek insan ilişkileri kuramayan insan örgütlenmesi de mümkün değil. Bu yolun da depresyon ile sonuçlanması doğal. O zamanda gelsin yaşam koçluğu, psikologlardan tavsiyeler. Gerçekten kaçıp mastürbatif tatminlere yelken açmalar…
Louis Garrel’in “Masum” filmi gösterimde. Yaşanan büyük yenilgiyi, yenilginin yenilgi değil bir başarı olduğunu iddia eden zavallılığı gördükçe insanın bir parça huzur için sinemaya koşması doğal. Ancak zaman da değerli. Konsantrasyon zorluğu çekeceğimiz bir anda üstelik. Filmin konusunu okudum. Ünlü bir yönetmen babanın oğlu olması nedeniyle de önyargım var. Çünkü bu tip insanların orijinal bir şey çıkarması zor. Yine de yönetmenin annesinin de hapishanelerde tiyatro öğretmenliği yaptığı ve evlendiği gerçeğine dayanan konusu ilgimi çekti. Nasıl yaşanırsa yaşansın organik olan yaşamlara karşı saygım ve ilgim var.
Filmde annesinin hapishanede tanıştığı biri ile evlenmesi ve eşinin öldüğü trafik kazasında kendini de sorumlu hisseden oğulun birleşik öyküsü anlatılıyor. Oğulun vicdan azabı ile kabuğuna çekilmesi, ölen eşinin en yakın arkadaşının ona gizlice aşık oluşu ve annesi ile hapishaneden çıkan eşinin basit bir çiçekçi dükkanı açarak yeni mütevazi bir hayat kurma çabaları olay örgüsünü oluşturuyor. Bu dörtlünün kaygıları filmi sürüklüyor. Annenin yeni eşinin onu sevmesi, bağlı kalması ve bir daha mafyavari işlere girmemesi beklentisi var. Oğul annesini korumak, ölen eşinin yasını aşmaya çalışması ve sevgili bulma uygulamaları ile aşık olduğu adamdan kopmak için kıvranan kadının durumu filmin konusu. Bu dört karakterden üçü eski dünyanın iyi eğitimli beyaz yakalıları. Hayatlarını değiştirmek adına açılacak bir çiçekçi dükkanı için bile birikimleri yok. Tüm çabalarına rağmen basit bir şey olması gereken mütevazi bir hayat kurma çabalarına bile güçleri yok. Eski mahkum olan eş ise son bir vurgun ile anarşist bir eylem sonrası sisteme dahil olmayı deneyecek cüreti var. Filmin en iyi oyuncusu ve kilit karakteri de bu insan. Yöntemi doğru olmasa da sistemin ona çizdiği kaderi kabul etmeyip bir çıkış yolu arıyor. Sonrası sistemin gücü altında ‘yırtma çabasının’ başarısızlığı ile sonuçlanıyor.
Film Aki Kaurismaki filmleri misali sıradan insanları anlatması ile sıcak ve güzel bir film. Sıradana odaklanmadan gerçeği bulmak zor. Çünkü sistem o kadar güçlendi ve manipülasyon yeteneği fazla ki artık o tür alanları tekeli altına aldı. Belki de iddiasız görünen sıradan insan öyküleri ile topluma ulaşmak en doğrusu.
İşte son seçim bunun kanıtı değil mi? Büyük bir propaganda makinası karşısında susulsa, sıradan insanın gerçeği anlatılsa ve elbette iyi örgütlenilse değişim gerçekleşeceği bir durumda büyük, teorik meselelerle imkansız gerçekleşti ve kaybedildi. Depremin acı gerçeği gündemdeyken o acıyı unutturacak masadan kalkma eylemi, bir yıldır kısır partisi düzenler gibi adayın tartışılmaması son ana bırakılması inanılmaz değil mi?
Ve iktidar gibi muhalefetin de başarısızlık sorgulanmasından uzak oluşu. Özgür Özel’in eleştirenlere “fetöcü, Akp’li” demesi. İktidarın sadece iktidarda değil ruhu ile her yerde olduğunun kanıtı değil mi? Ve Elon Musk’ın havarisi misali onu ürettikleri ile var eden ancak her ürettiği ile değersizleşen iyi eğitimliler misali bizdeki iyi eğitimliler de bu düzene desteklediklerimizi var ederek sonra da aşağılanarak benzer bir duruma düşmüyor muyuz?