01.12.2019
Güney Kore hızlandırılmış kapitalizm deneyinin yapıldığı bir ülke. Hızlandırılmış diyorum çünkü ihtiyaçlardan doğan, doğal toplumsal süreçlerin belirlediği bir gelişimden çok dışarıdan yönlendirme, öykünme ve otoriter bir baskı ile oluşan bir kapitalizm söz konusu...
Deneyin sonuçlarının ilerleme, gelişme, başarı diye sunulan kısımları malumunuz. Saygın üniversiteler, dünyaca bilinen markalar, artan ortalama kişi başı gelir, parametreler çok fazla. Ancak bu olumlanan özelliklerinin yanısıra pek göz önüne getirilmeyen, ciddi olumsuz yan etkiler de söz konusu.
İnsanların yalnızlaşması, artan sosyal adaletsizlik, çalışan, üreten ancak bundan hak ettiği payı alamayan mutsuz insanlar da cabası. İşte bu anlatılmayan, karanlıkta kalan yan etkileri gündeme getiren ve Güney Kore’de yaşayan insanlara ne olduğunun perde arkasını anlatan, tüm dünyaca tanınan başarılı yönetmenler var.
Bu yıl Cannes Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü alan ‘’Parazit’’ filmi de bunun en güzel örneklerinden biri. (Ki ilk kez bir Kore filmi, Altın Palmiye almış oldu) Filmin festivallerde bu kadar ödül almasının ve bu denli gişe başarısının arkasında ne var? Bence en önemli etken filmin draje şeklindeki yapısı. Drajeyi "Üstü şekerli, renkli ve parlak bir madde ile kaplanmış hap" diye tanımlıyor TDK. Tıpta, tadı kötü olan bir hapın, hastalığı olan insanlar tarafından, daha kolay alınabilmesi için kullanılan bir yöntem. Boong Joon-ho Parazit filminde, kapitalizm hastalığını ve bu hastalığın olumsuzluklarını (etkilerini) göstererek, seyirciyi düşünmeye sevk ediyor kendi kendini iyileştirmesi için uğraşıyor.
Draje, sindirim sistemimizin kapısı olan ve tad duyusunun bulunduğu ağız kısmını özellikle hedefler. Sinema içinse bu durum başlangıca denk gelir. Filmin ilk yarısı boyunca komedi unsurunu ön plana çıkararak seyircinin filme dahil olmasını sağlıyor. Kapitalizm gibi bir hastalığı anlatan filmin ilk yarısını izlediğinizde salondaki seyircinin kahkahalarında bunu rahatlıkla görüyorsunuz. Bu kısım en bilinen haliyle ‘’Amerikan Rüyası’’nı tanımlıyor. Oysa ki filmdeki haliyle ‘’Kore rüyasını’’ gerçekleştirmek isteyen bir ailenin hikayesi...
Fakirlikten yırtma ve zenginlerin refahına ulaşma çabası. Elbette bunu hedefleyen herkes için şart olan: Entrika, yalan, hile gibi her yolun mübah olduğu dönem! Ki bunu en iyi tanımlayan söz Cioran’ın ‘’En büyük zalimler mazlumlardan çıkar’’ sözü...
Ne de olsa örgütsüz, toplumun tamamını değiştirmeye çalışmayan, bireysel kurtuluş planları zengin sömüren sınıfı hedef almaz, daha çok kendisinden biraz daha iyi durumdaki sömürüleni hedef alır. Joker filminde Arthur Fleck’in Wayne ailesini var eden sistemi hedef almak yerine, onun adına çalışan üç insanı öldürmesi gibi. Bu sert ezilenin, kendisinden biraz daha iyi halde olan ezileni ezmesi kısmı ilk bölümde komik entrikalar ile anlatılırken, ikinci kısımda yani drajenin tatlandırıcı etkisine ihtiyaç kalınmayan ve seyircinin hazır hale geldiği kısımda öldürmelere kadar varacaktır.
Filmin, ikinci kısmı ise filmin hikayesinin içine çekilen seyirciye, günümüz dünyasında kapitalizmin ekranlardan ve basından gösterilen toz pembe dünyasının arka planını göstermeye başlar. Film daha sonra Cem Karaca’nın pek çok insan tarafından saçma bulunan ancak bence sınıf gerçeğini çok güzel anlattığı ‘’İşçisin sen işçi kal’’ şarkısındaki gibi zengin aileye sızan fakir aile için entrika ile elde ettikleri refahın, bireysel kurtuluş planlarının ne kadar beyhude olduğu gerçeği ile yüzleşme haline dönüşür.
Jordan Peele’nin ‘’Get Out’’ ya da ‘’Us’’ filmlerinin korku gerilim arka planı ile anlattığı sınıf farkı olayını Boong Joon-ho draje misali bir komedi-dram ile anlatmayı başarmış. Bu sinemaya belki içerik olarak yenilikçi bir bakış açısı sunmasa da biçim olarak yenilikçi bir bakış açısı ve tarz getirmektedir.
Ülkemizde Güney Kore gibi vahşi ve hızlı olmasa da ciddi bir kapitalistleşme süreci yaşanmakta. Buna rağmen sinemamızda ülkemizin en önemli sorunu olan ekonomik adaletsizlik yeterince yer bulamıyor. Bu amaçla çekilenlerde de Parazit filminin yaptığı gibi seyircinin de izlemesini mesele eden bir bakış açısı yok. Dar bir entelektüel çevre için filmler yapılıyor. Hatta ulusal festivallerde en iyi film ödülü alan filmler vizyon şansı bulamıyor. Bunda sinema salonlarının suçu olduğu kadar, vizyona girdiğinde o filmin seyirci tarafından izlenmeyeceği gerçeğinin de etkisi var. İşte Parazit, bize hem toplumsal içeriği olan hem de seyirciye de hitap edebilen sanat filminin çekilebileceğini göstermiş oldu. Filmde gerçeklerin üzerine örtülen örtünün kaldırıldığı ikinci kısma geçişin sınırı olan yağmur misali bir bilinçlenmeye neden olur belki de bu film sinema dünyamızda. Buna mecburuz çünkü.
İnsanların yoksulluktan intihar ettiği bir dönemde saçma, çiğ konuları öne çıkarmak ya da halka bu yoksulluğu ve bu yoksulluktan çıkışı anlatmak, bir sinemacının vicdani sorumluluğudur.