23.04.2019
Bazıları vardır, mum misali yanarlar, acılarıyla. Diplerini aydınlatamasalar da pek çok insana ışık olurlar. Nazım Hikmet gibi Sebahattin Ali gibi. Kimi özgürlüğüne kimi vatanına hasret acılar ile yandılar. Nazım’ın Karlı kayın ormanında şiirinde gençliğini verdiği vatanına hasretini anlattığı ‘’Memleket mi, daha uzak, gençliğim mi, yıldızlar mı?’’ dizesinde ifade ettiği gibi, sürgündeki bir ruhtan daha yalnız ne olabilir ki? Nuri Bilge Ceylan’ın bir ödül töreni sırasında söylediği ‘’Güzel ve yalnız ülkemiz’’ maalesef sürgünler açısından pek zengin. 150’liklerden, 6-7 Eylüllere, Erminelere, 80 darbesi sürgünlerine… Kendilerini bulmaya çalıştıkları, buldukları, kimliklerinin oluştuğu vatan dedikleri topraklardan uzaklara sürgün edilmiş bu toprağın öz çocukları. Gittikleri yerlerde tutunsalar bile hep vatan özlemi ile eksik kalmış insanlar. Attila İlhan’ın şiirindeki ifade ile ‘’Bütün yurdundan uğramışlar gibi yabancı’’ Yazılarımda en önemsediğim şey toplumsal barış ve huzur. Kim dışlanıyorsa ben onun yanındayım çünkü bu topraklarda yaşayan hiçbir insanımızın ötekileştirilmesini kabul etmemeliyiz. Ve sinemamızda da bu duyarlılığı gösteren tüm filmleri bu köşede gündeme getirmeye çalışıyorum. Çünkü bu ülkenin ötekilerini anlatan sinemacılar da maalesef ötekileştirilmekte, görmezden gelinmekte.
Bu hafta bu toprakların kadim topluluklarından ve renklerinden olan Süryanileri anlatan ‘’Kapı’’ filmini değerlendirmek istiyorum. Her dönem, iktidarı elinde bulunduran grup dışındakilerin ikinci sınıf insan muamelesi gördüğü bir anlayış ülkemizde hüküm sürmekte, üstelik bu sadece mevcut iktidar için de geçerli değil. 28 Şubatın ötekileri iktidara gelince bu topraklardaki öteki yaratma hastalığını kaldırmak yerine, sistemin en büyük hastalığına boyun eğerek kendi ötekilerini yarattı. Oysa acı çekenlerin daha merhametli olması beklenirdi, demek ki o olgunluğa daha erişememişiz toplum olarak. Bunları söyleme nedenim, sinema desteklerinin Kültür Bakanlığı tarafından liyakat esasına göre değil kendilerine yakın olana vermeleri. Tüm desteklere rağmen ortaya doğru düzgün eserler çıkamamasından olacak ki Bakanlık Kapı filmini destekleme yoluna gitmiş, iyi ki de gitmiş.
Film, 90 karanlığı sırasında Mardin’den Berlin’e göç etmek zorunda kalmış olan Süryani bir ailenin hikayesini anlatıyor. Berlin’e tutunmayı başarabilmiş olan aile, göç etmeden hemen önce kaybolan çocuklarına ait kemik kalıntılarının bulunduğu ihbarı üzerine Mardin’e DNA testi yaptırmak için gelmelerini isteyen bir telefonla hayatları sarsılır. Sarsılır çünkü geçmişin acılarını bir şekilde aşmayı başarmış olan aile geri dönerek o acı zamanları tekrar hatırlamak zorunda kalacaktır.
Mardin’e torunları ile beraber gelen karı-koca, Nazım’ın şiirindeki gibi güzel hatırlanabilecekken acılara hapsedilmiş gençliklerini, güzelden çirkine dönen hayatlarını hatırlarlar. Torunun öz vatanından uzakta olmasından dolayı geleneklerinden kopmuş olduğunu tekrar görmenin acısı bir tarafta, terkettikleri evlerinin ‘’Ganimetçiler’’ tarafından talan edilmesinin acısı bir tarafta…
Kaybettikleri evlatlarının kimlik tespiti için yaptırılan DNA testini beklerken, Kadir İnanır’ın çok başarılı oynadığı baba karakteri, evlerinin ganimetçilerle sökülmüş ve ölen oğlu ile birlikte yaptıkları kapısının peşine düşer. Baba, bu yolculuğa torunu ve ganimetçilik yapan adamla birlikte çıkar. Yolda Süryani kimliğini reddeden, gizlemeye çalışan biri ile karşılaşırlar. Yine bu ganimetçi ve talancı insanların, evini terkedenlerin mallarının satışını, kurumsal bir iş kolu haline getirdiklerini görür. Malum son zamanlarda sıkça haberlerde karşılaştığımız definecilik haberlerinden, bu kadim toprakların değerlerinin nasıl yok edildiğini acı içinde görmekteyiz.
Bu talan işini en üst seviyede yapan insan acılı babaya boşuna aramamasını salık verir çünkü zaten olan olmuştur ve bunlar artık sadece para anlamı taşımaktadır. Babanın bu öneriye cevabı muhteşemdir ‘’Bu eserler onları üretenlerle bir anlam ifade eder.’’
Yolculuk boyunca ganimetçilik yapan karakterin tüm bu talana rağmen mutlu olmadığı ve bunun da altında ciddi bir sevgisizlik olduğu anlatılmakta. Sevgi nasıl olabilir ki? Birlikte, birbirlerinin hakkına hukukuna saygılı olmadıktan sonra, sürekli düşman üretilirken hangi huzur, hangi sevgi söz konusu olabilir ki?
Maalesef filmin senaryosu ne kadar iyiyse, sinematografisi de bir o kadar kötü. Ülkemizde dizi çekmiş yönetmenlerin yaptıkları filmlerin ilginç özellikleri var. Buldukları konular çok iyi ancak bunu sinemaya bir dizi mantığı ile aktardıkları için olsa gerek, sonuçta çok kötü bir sinematografi ortaya çıkıyor. Tıpkı Andaç Haznedaroğlu’nun ‘’Misafir’’ filmi ya da Ömür Atay’ın ‘’Kardeşler’’ filmi gibi. Nebahat Çehre ve Kadir İnanır’ın başarılı oyunculukları, senaryosunun güçüne rağmen vasat bir film olarak kalıyor Kapı filmi. Batıdaki başarılı yönetmenlerin konu sıkıntısı ile kıvrandıkları bir dönemde bizde iyi konular, başarısız yönetmenliklerle harcanmakta. Halbuki bu senaryo iyi bir yönetmenlikle uluslararası pek çok festivalden rahatlıkla ödüller alabilecek kapasitede.
Sonuç olarak bu toprakların kadim topluluklarından olup ötekileştirilen Süryanilere yapılan hataların telafisi için bir yol açan, bu filmin kapısından geçmenizi öneririm.
Yazıyı yazdıktan sonra Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan provakatif, çirkin saldırı haberini gördüm. Yazık! Çünkü şehitler tüm vatanındır, birkaç partinin değil. Ülkenin kurucu partisinin lideri, ülkenin başkentindeki bir şehit cenazesinde linç edilmeye kalkışılyorsa bunun da adı terördür. Bu son olay bir kez daha ucuz menfaatler peşinde koşan siyasetçilerin toplumsal barışı bozan davranışlarına karşı sanatçılara çok iş düştüğünün kanıtıdır.