24.12.2024
İyi eğitimli pek çok insanımız var. Buna rağmen nasıl oluyor da bu ‘elit’ diyebileceğimiz bir toplumun en değerli grubu hem bireysel olarak itibar ve değer kaybediyor hem de toplum olarak sürüklenen, gerileyen ve edilgen bir haldeyiz. Bu hafta bunu bir örnekten yola çıkarak tartışmak istiyorum.
Örneği seçme nedenim, ilgi alanıma giren Orwel üzerine bir platformda denk geldiğim, bir tıp profesörünün, Orwel biyografisi üzerine konuşmasından dolayı. Farklı disiplinlerden insanların sanata dair düşünce alanı ile ilgilenmesini takdir ederim. Çünkü yeni bir bakış açısı ve disiplinlerinden getirdikleri bir tarz eklerler. George Miller tıp doktorudur ancak sonrasında başarılı bir sinemacı oldu. Hatta gerçek bir hikayeden esinlenerek ‘Lorenzo’nun Yağı’ filmini yapmıştı ki filmde de çocuğunun genetik hastalığını tedavi etmek için tıp makaleleri okuyan ve hastalığı durduran bir tedaviyi keşfeden iktisatçı bir babanın hikayesini anlatmıştı. Yalnız bizim demonstratif örneğimizde maalesef bu durumlar yok. Çünkü hocamız Orwel’ın boyunu, tütün alışkanlığını, eşine kötü davranmasını, şiddete meyli gibi şekilsel özelliklerini uzun uzadıya anlatmakta ancak eserlerinin içeriğine girmemektedir. Ki içerikle bu şekilsel özelliklerin bağlantısını kursa ve içeriği esas mesele yapsa lafımız olamazdı. İçerikten uzak şekilselliğe takılmayı bir insan neden yapar? Bunun cevabını da videonun altına yazdığım içerikle ilgili yorumu silmesinden anlayabiliriz. Hocamız, Orwel Enstitüsü’nün sayfasında yer alan ve Zamyatin’in ‘Biz’ adlı romanından ciddi intihal iddiaları ve Orwel’in CIA bağlantısı ile ilgili kanıtlanmış resmi belgelerle ilgili yorumu sildi. Bilimsel temelden gelen biri belgeselle kanıtlanmış bir gerçeği neden yok sayar ki? İşte mesele tam da burada! Düşünce beyan etmek aynı zamanda da eleştirilere açık olmak anlamına gelir. Hatta toplumsal olarak herkese açık gösterilen paylaşımlar da saygı sınırları aşılmadığı sürece eleştirilmeyi kabul etmeyi gerektirir. Peki neden böyle oldu? Çünkü hocamız geldiği alandaki ünvanın imkanları ile kabul görülmek istiyor, düşünce alanında da. Buradaki temel sorun da az önce dediğim gibi ‘bakış açısı, metodolojiyi’ getirmek güzel ancak ünvanı getirmek maalesef çocukça bir mantık.
İyi eğitimli ‘beyaz yakalıların’ (ki ben de aynıyım bu açıdan) en büyük sorunu bence sınav geçme konusundaki başarılarının hayatta her kapıyı açacak sihirli bir anahtar olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Evet zor sınavlarda başarılı olmak ‘disiplinli, çalışkan ve normal zekada’ olduğunuzu gösterir ancak bu her şey midir? Nietzsche’nin okuduğu okulun sloganı ‘itaat et ki, emretmeyi öğrenebilesin.’ Bu ilk kısımda gerçekten beyaz yakalılar çok başarılı. Bu bir tür sorulan sorulara en iyi cevabı bulma yeteneği olarak da görülebilir. Bir asker gibi savaşmayı çok iyi bilmek ya da son dönem meşhur jargonu ile ‘plana sadık kalmayı’ başarmak demek. İşte sorun bu aşamanın ötesine geçmeyi yani cevaplar bulmaktan öte sorular sormayı, savaşmaktan öte esas savaşma nedenini ve yönünü bilmeyi, plana sadık kalmaktan öte plan yapmayı yani Nietzsche’nin sıkı kuralları olan okuduğu okulunun sloganın 2. kısmını ‘emretme’ kısmına geçişte sorun var.
Ülkemiz muhalefetine bakın sadece siyasi partiler anlamında değil, önde gelen düşünsel muhalefetine de bakın, öne çıkan tüm entelektüellerin en önemli özelliği iktidarın yaptıkları karşısında bir şeyler söylemekten ibaret. Aklıma Nolan’ın ‘Batman: Kara Şövalye’ filmindeki Joker karakterinin ‘Ben arabanın arkasından koşan köpek gibiyim, yakalasam bile ne yapacağımı bilmem’ repliği geliyor. İktidar olmasa muhalif düşünce ülkemizde bunalıma/boşluğa düşebilir gibi bir durum söz konusu.
İçeriğin önemini kavrayamamak neden peki? Çünkü sembollere/şekle sığınmak daha kolay. Vuslat Saraçoğlu’nun ‘Borç’ filmi söyleşisinde neden Eskişehir’de çektiniz filmi diye bir şey soruldu. O da anlatmak istediğim aile içi bağlarla ilişkili ek bir yük binsin istemedim, burası bu açıdan nötr bir yer demişti. Yani sembolleri kullanmak onların temsil ettiği, çağrıştırdığı anlamları da getirdiğinden anlatıyı zora sokabilir. Tabi kim için? İçeriği, meselesi, iddiası, sözü olan düşünen insan için. Bu da bir benlik meydan okuması ve cürettir. Ancak bizim entelektüelimiz bunu yapmak yerine bulunduğu ortamın ezberlerinden kaynaklanan sembolleri kullanarak yoluna devam etmekte. Daha doğrusu iktidar ilerlerken yaptıkları ile onun sembolü olan Erdoğan aynı kaldığı için, her şeyin aynı olduğunu sanma hatasına düşüyor. Çünkü sembollere takılan bir beyin hantallaşır ve körleşir.
Tatmin duygusu bile içsel değil bu grupta. Üniversite sınavında 1. olsanız ve veterinerliği çok isteseniz de örneğin tercih etmenize izin verilmez bu ülkede aileniz tarafından. Puanına yazık olur denir. Oysa aslında sevmediği şeyi seçerek kendine yazık eder. Ekmeleddin, İnce, Kılıçdaroğlu… ve klasik muhalefete muhalefet etmeyin diye diye kendimize ve gerçeğe yabancılaştık! Ne için? Yenilgi korkusundan. Oysa hep yenildik ve hep bahanemiz ve hep sonuçları rasyonalize etmek için çabamızı harcadık! Gerçekten yenilseydik, istediklerimizle belki yenmeyi de tadardık… devam ederiz!