23.10.2023
Strateji ve siyaset kavramları günümüzde “insansızlaştırılmış” konumda. Sonuç odaklı ve bir yapay zeka elinden çıkmış soğuk kanlılık ile işliyor. Satranç ya da bilgisayar oyunu misali bir durum söz konusu.
Netenyahu hükümetinin yaptıklarını bu açıdan bakınca gayet “doğal ve başarılı” bulmamak mümkün değil. Mossad gibi imajına çok önem veren bir gizli servisin tuttuğu köşeden gol yemesi ne kadar mümkün? Bu acımasız, karanlık ve soğuk dünyamız gerçekliğine aykırı. Satranç oynayanlar iyi bilir ki aslolan rakibin şahını düşürmektir. Bu uğurda vezir de dahil her taş feda edilebilir. Yaşananlar stratejik açıdan bu teoriye uyuyor. Daha büyük saldırı için bu kafa yapısına sahip insanların kendi insanını bile feda etmekten çekinmeyeceği açık bir gerçek. Çünkü faşizan zihniyetin en temel özelliklerinden biri baba misali aile için her şeyin en iyisini kendisinin bildiğine kuşkusuz inanmasıdır. Yönettiği toplumu da aklı her şeye ermeyen bir çocuk olarak görürler. Bu yüzden de bu zihniyete sahip iktidarlar farklı görüşleri dinlemezler. Kararlılıklarındaki keskinlikte toplumlarına güven verir. Toplumları ise iktidarlarının bu net tavırlarını, onların gerçekten bir planları olduğuna ve tüm seçenekleri hesapladıklarını inanarak güven duyarlar. Oysa farklı seçenekleri planladıklarından değildir bu tavırları. Daha çok “eylemin” yaratacağı bu şok etkisinin büyüsüne inanırlar. Zaten tek bildiklerini aşırı güven ile eyleme dökünce “normal insan” mutlaka bilmediğimiz bir şeyler var diyerek destekler.
Stratejik açıdan karşı tarafın yaptığı eylemin bir mantığı var mıdır? Elbette yoktur. “Öldürmeyen darbe güçlendirir” doğru ama faşizme karşı öldürmeyen darbe bedeli çok daha ağır olduğu kesindir. Olaylar başladığında sevdiğim bir arkadaşım ile bunları konuşunca bir türlü ikna olmadı. İkna olmadığı şey söylediklerim değildi. Hamas’ın bu kadar saçma bir eylem sonucunda oluşacak tepkiyi beklememesinin mümkün olmadığı ve bunun için bir planı olabileceğine inanmasıydı. Ben ise maalesef mantıksız olanın mantık ile açıklanamayacağını ve bu tür örgütlerin de bu durumdan Foucault’nun “mikro iktidar” kavramı açısından fayda sağladığını söyledim. Hayat bir dengeden ibaret. Maddi dünyada başarısızlık manevi dünyada başarılı olma iddiasına yöneltir insanı. Hamas’ın da bu psikoloji ile hareket ettiğini düşünüyorum.
Bir de Netenyahu’nun sadece Gazze, Lübnan ve Suriye gibi bölgeleri değil aynı zamanda İsrail içindeki gelişen ciddi muhalefeti de sindirmesinin bir aracı haline dönüşecektir bu yaşananlar.
Tüm bunlar pür mantık ile olan gerçekler. Hangi mantık? Daha önce bir yazıda belirtmiştim. Afrika’da görülen uyku hastalığı için geliştirilen ilacın hastalar için pahalı olmasından dolayı zamanla kozmetik amaçlı kullanılması misali bir “acımasız” dünyanın iğrenç gerçeğinin mantığı.
Biz düşünen insanlarız ve de vicdanı olan. Bizim açımızdan aslolan arada canını yitiren gencecik çocuklar, sivil insanlar… Bu açıdan bakınca ne “medeni” denen toplumların Hamas’ı bahane ederek “hakettiler” iki yüzlülüğünü kabul etmemiz mümkün değil! Çünkü aslolan doların yeşili değil, insanın kırmızı kanıdır!
Olaya ülkemiz açısından da bakmak istiyorum. Hlynur Palmason’un geçenlerde vizyona giren “Tanrı’nın Unuttuğu Yer” filminden açıklamak istiyorum durumu. Aynı kökenden gelseler de Danimarka daha önce Hristiyan olmuş ve İzlanda ekonomik olarak daha zayıf bir ada eski zamanlarda. Danca ve Danimarkalılar bir tür Hristiyanlıkla kutsanmış sayılmakta. Danimarkalı bir rahip klise kurmak ve İzlandalı “kafirleri” hidayete erdirmek için İzlanda’nın doğası ile mücadele ederek uzun bir yolculuk sonunda kilisenin inşa edileceği yere ulaşır. İnancının teorik kabulleri, doğanın ve yaşamın keskin gerçekliği karşısında sarsılır. Film boyunca da İzlanda insanı aşağılık, kurtarılmaya muhtaç bir ilkel varlık olarak gösterilir. Danimarkalıların tek üstünlüğü ne ırktır ne başka bir şey. Üstünlük Hristiyan olmalarıdır. Filmin insan doğasına ait derinlikli bakış açısına sonra değiniriz. Burada değinmek istediğim filmi izlerken bizdeki (bana göre Allah gibi davranıp, ahkam kesen ki İslama göre en ağır günah olan şirke tekabül eder bu!) kendini din adamı olarak tanıtan insanların toplumumuza karşı tavırları ile filmdeki rahibin bakış açısının benzerliği! Çat pat Arapçaları ve görünümleri ile kendilerini Müslümanlığın temsilcisi gibi göstererek halkı kafir olarak gören bakış açısının çiğliği ve zavallılığı ne kadar acı! Halka karşı ahkam kesip, faiz kararları karşısında Kabe diye değişen insanı referansları kıble almalarını mı dersiniz yoksa kapitalizme tek söz söyleyemeyip, sabah akşam modaya uyarak Cumhuriyet düşmanlığı yapmalarını mı yoksa Netenyahu’nun yaptıkları karşısında sessizlikleri mi?
Yine Muhammed İkbal’in o muazzam sözünü hatırlayalım “Bu devirdeki müslümanların İslam adına yapacağı en iyi şey biz müslüman değiliz demektir.”