26.06.2022
Asgar Farhadi yaşayan büyük sinema otoritelerinden biri. Farhadi bana göre İran sinemasının büyük çoğunluğunun ve kültürünün de yansıması niteliğinde bir yönetmen. İran, Doğulu ve kapitalist bir üretim aşamasına geçmiş bir toplum değil. Ancak ilginç bir şekilde duygu sömürüsü ve arabeske yönelme hali İran sinemasında yok denecek kadar az. Olaylar ekrana yansıtılıyor, bizde olsa o olaylardan nasıl duygu sömürüleri nasıl göze parmak öğretici tiratlar atılır! Ancak bunlar hissiyatı sonuna kadar veriyorlar. Örneğin Majidi’nin “Cennetin Renkleri” ya da “Baran” filmi gibi. Çağan Irmak bu filmleri çekse seyircinin gözyaşları sinemada sele neden olur. Ancak bunlar yapınca film anında ve sonrasında ruhunuzun derinlerine etki eden bir his oluşuyor. Gözyaşlarınız ruhunuzda akıyor. Üstelik film bittikten sonra zaman geçtikçe daha da etki ediyor. Filmlerin bitiminde acı tavan yapmışken “Hayat devam ediyor” şeklinde bir ruh haliyle bu hayata dair insani acıların üzerini örterek ruhunuza kilitlemeleri, bir tür filmin ruhunuzda yarattığı etkiyi, salondan çıkıp normal hayatınıza geçince etkinin unutulmasını engeller nitelikte. Yastığa başınızı koyduğunuzda ya da kendinizle yalnız kaldığınızda filmlerin bu kahramanlarının yaşadıklarını düşünüyorsunuz ve hayatınızı, yaşamı sorguluyorsunuz. Bu inanılmaz bir etki!
İran sinemasındaki yönetmenlerin samimiyet testi olarak İran dışında, yabancı oyuncularla çektikleri filmleri önemsiyorum. Örneğin Abbas Kiyarustemi’nin Japonya’da çektiği “Sevmek Gibi” filmi bir başyapıt değil ancak yine de Kiyarustemi’nin diğer filmlerindeki ruha sahip. Aynı şey Majidi’nin Hindistan’da çektiği “Bulutların Ardında” için de aynı şeyler söylenebilir. Bunlar yine samimi ancak kendi topraklarında, kendi insanı ile çektiği filmler gibi de değiller.
Farhadi ise bu örtük ve derin bir şekilde ruha hitap eden ancak mantıktan, akıldan da asla taviz vermeyen sinemadan uzak biri. O, bir tür çok gelişmiş yapay zeka gibi. Her şey programlı, her eylem kusursuz bir şekilde sonraki ile bağlantılı, bütün ile uyumlu, en ince ayrıntısına kadar hesaplanmış vs vs. Üstelik sinemanın ulu çınarı Kiyarustemi gibi boş anlar bırakan, şairane bir tavra da yer yok! Tempolu olacak, akıcı olacak, her şey her yönüyle gösterilecek, tartışılacak… Film bitince seyirci tüm delilleri gören bir hakim misali olacak. Böyle olunca da film bir yönüyle yapay bir şeye ve profesyonel bir işe dönüşüyor. Muhteşem bir satranç ustasını seyreder gibiyiz. Bu da bana küstahça ve bencilce geliyor aslında. Messi, Ronaldo gibi futbolcuların inanılmaz futbol hareketlerini seyrettiğiniz bir videoyu düşünün, sonrasında ne hissederiz bu futbolcuları yücelten bir his! Elbette bu da değerli ama bu isimlerin hepsi futbol endüstrisinin yetenekli bir bileşeninden öteye geçemeyecekler! Hiçbiri Falkland krizi sonrası İngiltere’yi eleyen ya da fakir ve aşağılanmış olan Napoli şehrinin takımını şampiyon yapan Maradona gibi bir kahraman olamayacaklar. Çünkü Maradona belirsizliği hatta istikrarsızlığı ile bir insandı. Diğerleri ise sistemin bileşeni birer yapay zeka gibiler. Hayatta asla bir bileşen haline dönüşen, bir tür maddeleşen birisi insanın ruhuna etki etmez. Yaptığı etki de kendisine ait olarak algılanmaz ait olduğu sisteme yorumlanır. Bir kahveciden alıp içtiğiniz herhangi bir kahve için özellik atfetmezsiniz. Ancak sizin için önemli bir karar verdiğiniz bir anda içtiğiniz kahve değerlidir. Bu yönüyle insani olan, samimi olan geleceğe de kalacaktır. Eksik olan, mükemmel olmayan şeyler ruhunuzda tartışmaya yol açacak ve zamanla sizin olacaktır. Tamamlanmış olan, mükemmel olan ise belli bir zaman size etki edecek ve sonra unutulacaktır. Elbette bileşeni olduğu endüstri, bu kahramanları bir sembol olarak sürekli anacaktır. Bu bile gerçek bir başyapıt için ciddi bir zaaftır. “Esaretin Bedeli” hiç Oscar almadı ama insan olmanın olmazsa olmazı olan her şeye rağmen mücadele etme vurgusu ile hep anılacak olan bir başyapıt!
Bir de bu Farhadi tarzının özellikle senaryo matematiği ile mükemmelliği onu takip eden seyircide bir alışkanlık, sıradanlaşma getirmekte. Bu Aki Kaurismaki’nin romantik sol tarzı gibi de değil. Bilirsiniz ki Kaurismaki tüm acıları anlatır ama yine de mutlu sonla, umutla bitirir filmi. Bu bir tarzdır. Farhadi ise konuyu belirleyip, belirli bir formüle eklemleyerek çıktı veren bir makina gibidir.
Love, Death&Robots serisinin 1. Sezonundaki Zıma Mavisi bölümündeki Zıma gibidir Farhadi. Tartışmasız çok yetenekli, iyi bir matematikçi ancak Zıma misali biri. Üstelik Zıma bile robot olmaktansa. Zıma ölümü pahasına hakikati arayan biri. Bir kuleyi yıkmak bir atomu yıkmaktan daha kolaydır! Atom yıkılırsa daha çok enerji çıkar! Sanatçı, seyirciyi senaryo matematiği ile düşündüren değil insanın ruhuna dokunabilendir. Kendisinden yola çıkarak hakikati arayandır. Bileşeni olduğu sistemin zekası ile öne çıkan bir parçası değildir. Sistemi eleştirendir!
Kahraman filminde ise Farhadi fakirliği doğal kabul eder, bunun üzerinden bireyler arası ve iktidar düzeyinde algıları gösterir. Oysa sinema olayın sadece fotoğrafı değildir, arka plana dair bir yorumdur da aynı zamanda.