19.03.2024
Dam Meydanı’na karanlık çöküyor. Ezan sesi yok arada çan sesleri duyuluyor. Ezan vakti olduğunu akşam namazı kılan Filistin bayraklı eylemcilerden anlıyoruz. Namaz sonrası eski tüfek Hollandalı sosyalistler ve duyarlı Hollandalı’ların da katılımı ile protesto gösterisi yapılıyor. Toplasan 30 insan ancak var.
Karşıya geçiyoruz. 2. Dünya Savaşı anısına meydana dikilen ‘ulusal anıtı’ görüyoruz. Önünde hapishanede şüpheli bir şekilde hayatını kaybeden Rus iş insanı ve muhalif lider Navalny’nin fotoğrafları önünde en ortodoks ve demokrasi duaları eden Rusları görüyoruz.
Cumartesi sabah ise Myanmar, İran protestocuları vardı. Anıtın yanındaki kafelerde ise biralarını içip Ajax maçı hakkında konuşan Hollandalılar ve dünyanın pek çok yerinden turistler vardı. Madame Tussauds Müzesi’nde bal mumu heykelleri görmekten yeni çıkan turist kafilesi de meydana doluştu.
Biz Tuncer ile Red Light sokağına doğru yürümeye başladık. Kanalın üzerindeki köprüde kızıl bayrakları ile duran insanlar gördük. Ne yaptıklarını sorduk. Burada seks işçisi olarak çalıştırılan kadınların durumunu protesto ediyorlarmış. ‘Zorla mı çalıştırıyorlar’ diye sorduk. ‘Tam olarak değil’ gibi bir şeyler dedi. ‘Bayrak neyi temsil ediyor’ dedik. ‘Kutsal İsa’nın kanını’ dedi. Kızılın sosyalizmin simgesi olduğunun unutulduğu, bu yeni dünyada, muhaliflik de elbette kapitalist sisteme biat ettirilen dini gruplara bırakılması kadar doğal bir şey yok! Tam o sırada bizim İstiklal Caddesi’ni andıran kaotik kanal boyunca kalabalığı yaran iki atlı polis giriş yaptı. Biz de onların ardından sokağa giriş yaptık.
Daha girişte 30-35 yaşlarında Türkçe konuşan 4-5 kişilik gruptan baskın olanın ‘gördüğünüz ilk karıya atlamayın, gezelim, görelim sonra’ sözünü, gülüşmeleri eşliğinde duyduk. Kanal tarafında içecek bir şeyler satılan mekanların masa, sandalyeleri vardı. Meydana doğru olan karşı tarafta ise sokağa adını veren kırmızı ışıkla aydınlatılmış önünde cam bulunan küçük bir oda büyüklüğünde mekanlar vardı. Bunların içinde kadınlar iç çamaşırları ile boy gösteriyordu. Açık hava müzesini andıran bu ortamda, buradaki kadınlar yoldan geçenlerden, ürün haline getirilen vücutlarını beğenen müşterilerle içeride pazarlık yapmakta, anlaşma sağlanırsa, perde çekilmekte ve ‘iş’ bittikten sonra da içerideki kadın hazırlanıp, yeni müşterisi için perdeyi açıp, camın önünde beklemeye başlamaktaydı.
Arada ‘canlı sex gösterisi’ sunan yerlerde vardı. Üstelik gayet eşitlikçi, her türlü yola açık şovlardı bunlar; gay, heteroseksüel, bondage vs vs.Yine arada casinolar vardı.
Her şeyin bir ürüne dönüştürüldüğü kapitalizmin canlı müzesinde (ya da pazarında ki ikisi de aynı yola çıkmakta) sokağın sonunda girişinde kocaman bir Budha heykeli bulunan uzak doğu lokantasının camında, çengelle asılmış bütün halinde pişmiş tavuklar vardı. Ve elbette çok sayıda esrar, marihuana, mantar satan yerler vardı.
Meydana geri döndüğümüzde ise Filistin eylemcilerinin ilerisinde bir müzenin girişinde kocaman yazılarla ‘Endonezya Günleri’ afişi vardı. Tuncer biraz da tahrik etmek için beni Abi tam bir ‘demokrasi cümbüşü’ dedi. Ben de ‘elbette demokrasi değil ancak cümbüşe dönüştürülen bir demokrasi olduğu kesin’ dedim. Von Gogh gibi yaşarken bir tane remi teveccüh gören ve şimdilerde eserleri müzelerde bir ticaret unsuru haline dönüştürülen büyük sanatçılar misali kapitalizm, olanı olduğu gibi değil, kendisine fayda sağlayacak şekle dönüştürerek yani özünden uzaklaştırarak var etmekte! Müzede değeri yaşarken bilinmeyen, yok sayılan bir sanatçının eserini ücret karşılığı sergilemekle, canlı bir kadının bedenini sergilemek, bir meraya dönüştürmek ya da kendi kapitalist sistemini eleştirmeyen uzak diyarlardan gelen ‘muhaliflere’ sözde özgürlük tanımak bir yönüyle benzer. O yönde ‘sisteme zarar vermeyen sözde özgürlük’ görüntüsü.
Havlayan ancak ısırmayacağı kesin olan köpek misali yapısal olmayan, yüzeysel muhaliflik ve diğer tarafta daha 1950’lere kadar sömürgesi olan Endonezya için sergiler açmak! Aslanlar kendi tarihini yazacak güce ulaşmadıkça, avcıların hikayesini dinlemeye devam edeceğiz! Ancak o aslanların entelektüeli de, hırsız yöneticileri ve onların yancısı iş insanları da avcının yanında! O derece insanlığı tehdit edecek bir örtüşme söz konusu ki aslanların bırakın gerçek hikayesini varlıklarını bile yok saymakta.
İşte tarihteki aslanlardan Rosa Luxemburg’un kastettiği feminizm ya da Simon De Beauvoir’ın ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur’ diye ifade ettiği BÜTÜN halinde bir kadın varlığı günümüzde, eski feodal, ataerkil düzenin yaptığının tersi ancak odak noktası ve yapısı aynı olacak şekilde sadece seks odaklı bir bakış açısına indirgenmiş durumda.
Eski bir yazıda ‘Anlayacağınız hangi özgürlüğünü savunuyorsanız savunun, bunun üst çatısı hala kapitalist ise değişen sadece efendi olur, sömürü devam eder. Loach’ın ‘Özgürlük Yolu’ filmindeki ifade ile ‘’Gitti siyah İngilizler, geldi yeşil İngilizler’’ gibi olur.’ Diye ifade etmiştim.
Sanatçı, kendi gündemi olan, dayatılan gündemi aşan insandır. Lanthimos gibi kapitalizmin feminist bakış açısı için sipariş üzerine filmler yapan insan değildir! Costa Gavras, Angelopulos gibi sosyalist yönetmenler çıkarmış Yunanistan’ın aldığı ‘ödül maması’ niteliğindeki onanmalarla evcilleşmiş Lanthimos gibi yönetmenleri daha öne çıkarılmakta sistem tarafından. Endonezya’nın entelektüelinin koşarak Hollanda’ya gitmesi misali bir garabet bu!