22.11.2020
Entelektüel ortamlarında sert rüzgarlar esiyor Danimarka Krallığı'nda...
Ortalık toz duman! Sanırsın Papa’ya, Kim İl Jung’a ya da kerameti kendinden menkul bir şeyhi görüp de ona dokunmak için ağlayan müritler topluluğu ile karşı karşıyayız. Üstelik bunların hepsi entelektüel! Evet “Bir başkadır” dizisinden bahisediyorum.
Dizi tipik entelektüel çiğliğimizin özelliklerine sahip. Her biri başlı başına bir dizi olacak pek çok derin sorunumuza sade suya tirit banmışlar. Böyle yaparak aslında çok şey anlatayım derken hiçbir şey anlatamamışlar. 28 Şubat nedeniyle doktor olacak iken, ev hanımı olan zeki arkadaşlarım var. Ya da ülkemizin 90 karanlığında, terör ile mücadele edilirken arada kaynayan, kurunun yanında yanan yaş odun misali yerinden yurdundan edilen insanlarımız var. Sistem tarafından sahip çıkılmadığı için, fakirliğin ve imkansızlıkların yüzünden Fetullahçıların, tarikatların kucağına itilen, sömürülen ve sonrasında da KHK’larla atılan ‘sıradan’ insanlarımız var.... Var oğlu var!
Eski zamanlarda tanıdığım bir bar sahibi kadının anlattığı başka bir hikaye var. Barının müdavimi yakışıklı, genç çocuklar varmış. Hafta içi akşamları kız arkadaşları ile eğlenmeye gelen, Doğu- Güneydoğu bölgesinden göç etmiş çocuklar bunlar. Bir gün kadın, arkadaşları ile hafta sonu gay bara gider ve bu çocukları orada zengin erkeklerle birlikte görür. Bu tarz kayıp yaşamlar var bu ülkede! Yoksulluğun, zorla göçlerin yarattığı! Sürekli yazdığım ve her hatırladıkça insanlığımdan utandığım, sözde dini bir kursta, bir çocuğun tatilde gidecek kimsesi olmadığı için, yurtta kalan bir görevlinin tecavüzüne uğradığı gerçeği var. Ya da kaldığı cemaat yurdunda yanarak ölen kızlarımız var. Var oğlu var, ülkede acıdan, zulümden çok ne var ki!
Oysa aynı 28 Şubat döneminde zengin ailelerin başörtülü kızları yurtdışında eğitimini aldı. Şimdilerde büyükelçi, danışman, penguen grubu entelektüeli oldular. 28 Şubat'ı fakirler için bin yıl sürdürmeye yeminli bir şekilde üstelik... Gariban başörtülü kızlar ise ya kocalarının eline bakıyorlar ya da Bağcılar’da tekstil atölyesinde çalışıyorlar! Fetullahçılığın ekmeğini yiyen üst düzey ağa babaları ABD, Kanada, Almanya’ya kaçtılar. Olası bir dizi tarzı uzlaşmada geri gelip, ne acı çektik sömürüsü yapıp gelecekleri üst düzey makamların hayallerindeler. Oysa en alttakiler için umut sadece çoluğuna çocuğuna ekmek bulacakları bir geleceğe indirgenmiş konumda.
Kürtler desen, çözüm süreci en basit örneği olduğu gibi, rüzgar tersten estiği anda toprak ağası, müteahhit vesarire olanlar bir anda kanaat önderi olacak, paralar onlara akacak. Altta kalanlar ise o müteahhitlerin inşaatlarında çalışacaklar, üç beş entelektüelin sosyal medyasında ya da eskilerin İbo’su misali gerçek acılarının dilleri ile dışa vurduğu türküleri ile meşhur edilecekler, üç beş günlük zengin mezesi olacaklar ve yine acıları ile günün sonunda başbaşa kalacaklar.
Bir kısmının acıları da ‘Ceaser and Cleopatra’ filminin müziği eşliğinde, entelektüellerimizin dizilerine meze olacak! Kendi ağıtlarımız ya da müziklerimiz yokmuş gibi!
Dizinin en rahatsız edici sahnesi ise çocukken tecavüze uğrayan kadının köyüne geri dönüp, tecavüzcüsü ile yüzleşme sahnesiydi. Tecavüzcü elbette olağan şüpheli bir Kürttür (en azından Yeşilçam’da bu işlere kimliksiz olarak ve de empati kurdurmayacak şekilde aktarılan Tecavüzcü Çoşkun bakardı) Kadın tecavüzcüsü ile yüzleşir. Tecavüzcüsü, nedamet getirmiştir. Hatta delikanlılık yapıp silahı verir ‘Çocuktum, şeytana uydum bir hata yaptım, kocan geldi dövdü, sakat bıraktı beni’ der. Kadın ise "Biz çocuktuk, sen değil" der. Ve kadının travması ile yüzleşmenin rahatlığı ile psikolojisi bir anda düzelir. Hatta mucize olur, konuşmayan oğlu konuşmaya başlar. Sonra bir de bakar ki tecavüze uğrayan arkadaşı, tecavüzcüsü ile evlendirilmiş. O anda bu toplumun Siyasal İslamcılarının yaptığı şükredin halinize” şiarını uygular seküler senaristimiz. Kadın derhal "beterin beteri var" diyerek kocasına koşar ve herkes birbirine sarılır. Hesaplaşma yok, tekrar aynı acılar olmasın diye arka planı sorgulama yok! "Ama" diyene de "Saçmalama şapşik sarıl bana" ile uzlaşılır, yersen.
Leonard Cohen şarkısı misali “Fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir. Bu hep böyle gider, bunu herkes bilir." Hazal, pardon Meryem hala sigortasız ve gündelikçi, ancak artık haddini biliyor. Sinan’a değil imama aşık. İnşallah, evlenip çocuğu olunca ev hanımlığına terfi edecek.
Bukowski misali “5 dakika sonra hayatta olacağımızın bir garantisi yok. O yüzden bugüne kadar size zulmeden, tecavüz eden sistemin güçlülerine son kez sarılın şapşikler” demiş Berkun Oya. Ama bir saniye, o söz öyle değil miydi yoksa ya?