17.08.2025
Kişisel veri kavramı özellikle günümüz dünyasında önemli bir kavramdır. Hukuk sistemimiz genel olarak Tanzimat’tan beri Batı sisteminde oluşan bir kavramın uyarlaması şeklinde ilerlemiştir. Uyarlama hiç yoktan güzel bir şeydir. Örneğin, Akira Kurosawa ustanın Shakespeare’in Macbeth eserini Kanlı Taht adıyla Japon tarihine uygun şekilde uyarlaması bence başyapıttır. Uyarlamada aslolan, uyarlayanın kendi toplumunun kültürü ve bireysel bakış açısını da katarak “aslının özüne sadık kalan yorumudur” ki bu başarılı bir örnektir.
Bizim Cumhuriyet öncesi Batılı güçlerin dayatmasıyla, Cumhuriyet döneminde ise iyi niyetle, doğru olduğuna inanıldığından bu kez de çeviri yoluyla hukuk sistemimizin pek çok kuralı alınmıştır. Hatta ülkemizin hukuk alanında büyük ustalarından Prof. Dr. Kemal Gözler’in yanlış çeviri nedeniyle o dönemde bazı kanunların uygulamada tam oturmadığı iddiası da vardır. Ancak kesin olan şey, uyarlamadan çok birebir çevirinin hukukumuzda ciddi oranda etkili olduğudur. İşte bunun en son örneklerinden biri de “kişisel veri” kavramıdır.
Doğal akışı içinde bir hukuk kuralı toplumsal bir talep ve ihtiyaçtan kaynaklanır. Ancak bizde pek çok şey gibi Batılı toplumlarda ortaya çıkar, sonra da bizde yapılır. Genelde bu bize gelme hali kötü değildir; ancak gerçek bir toplumsal talepten kaynaklanmadığı için uygulanmasında ve kabullenilmesinde güçlük yaşanır.
Kişisel veri kavramında örneğin “kişi” ya da “birey” kavramı özünde Cumhuriyet fikrinin temelidir. Atatürk’ün 24 Mart 1923’te Konya’da söylediği meşhur “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek ana hedefimizdir” sözü de bunu ifade eder. Gelinen noktada ne toplumsal, ne akademik, ne de siyasi anlamda bu hedefe ulaştığımız meselesi çok tartışmalıdır. Dün ak denilene bugün kara denildi; üstelik bunun çok kısa sürede yapılması bunun örneğidir bence. Hâlâ hizipleşmeye, bir topluluğa ait olarak var olmayı seçmek, birey olmanın önüne geçmektedir.
Kaldı ki tüm nüfus kayıt bilgilerinin internette satıldığı iddiasında bulunan bir gazeteciye ‘yalan’ denilmiş; o ise devletin en üst kademesine ait kimlik bilgilerini yayınlamış ve bu nedenle hapse atılmış, sonra da çıkmıştı. Böyle bir iddianın gölgesinde kişisel veri hakkını tartışmak ne kadar gerçekçidir, ayrı bir mesele!
Batı’dan doğrudan çeviri ile hukuk kuralı alınınca en büyük sorun, doğru bile olsa alttan böyle bir talep gelmediği için gerçekçi ve toplumsal kabul görmesindeki zorluktur. Pratikte dert etmediğiniz bir şeyin sorun diye değerlendirilmesi ayrı; bunun da genel olarak pek çok sızma iddiası altında buharlaşıp değerini yitirmesi ayrı meseledir. En özünde de “birey” kavramının hâlâ gerçekleşmemiş olması gerçeği vardır.
Bu hafta bu biraz uzun girizgâhtan sonra ilginç bir film hakkında yazmak istedim. 2000 yapımı Kadınlar Ne İster filmi bu haftaki konuğumuz.
Filmin ana karakteri Nick Marshall, orta yaşlı, boşanmış, bekar, başarılı ancak çapkın ve bencil biridir. Olayları başlatan ise terfi etmeyi beklerken yerine Darcy McGuire adında bir kadının atanmasıdır. Reklam şirketinde Darcy’nin seçilme nedeni, hedef kitlenin 90’lı yıllardaki gibi erkekler değil, para kazanmaya başlayan kadınlar oluşudur. Bu, kapitalist sistemin bir şeyi ciddiye almasının, radarına girebilmesinin ana nedeninin “maddi güç” olduğunu göstermesi açısından değerlidir.
İlk toplantıda Darcy, kadınları kapitalist sistemin radarına sokan “tüketebilme güçlerini” nasıl kendi kazançlarına çevirebilecekleriyle ilgili herkese bazı ürünler verir. Kadınları filmde anlama çabasını başlatan ana etkeni unutmayalım: Artık daha çok maddi güce sahip oldukları için kadınlar anlaşılmaya layık, kapitalizm için!
Filmde Nick, eski kapitalist tip, feminizm öncesi erkek figürüdür; ancak sahneye yeni bir tüketme hakkı olan karakter girmiştir ve buna eski erkek modelinin uyumlanması konu edinilir. Nick, yeni bir güç odağı rolünün ortaya çıkmasıyla —her güç faktöründeki rolü tehlikede olan eski iktidar sahiplerinin yapacağı gibi— uyumlanır. Bunu filmde klasik entrika planlamak için rakibini gözlemleyen bir odak olarak yapar.
Sonrasında kapitalizmin sevdiği en güzel araç olan mistik güçler devreye girer ve Nick bir kaza geçirir. Ardından bir anda “kadınların zihninden geçen düşünceleri” anlamaya başlar. Kapitalizmin sevdiği bir başka araç da aşk sosu ile arka plandaki propagandasını saklamaktır. Nick, bu mistik kaza sonrası (popüler psikolojinin kutsayarak öz anlamını değersizleştirdiği bir kelime olan) “farkındalık” yaşar. Kadınları öncesinde tüketilen bir araç olarak gören Nick, bir anda kadınların da insan olduğunu ve hisleri olduğunu “keşfeder”.
Peki kapitalist dünyanın görüşünde kadın modelleri nelerdir? Bu soru önemlidir çünkü bu değişimin tanımlama ve hedef kitlesini gösterir. Aynı zamanda yeni kapitalist feminizm yorumunun hikâyesini sunacağı, vaatlerde bulunduğu kitlenin cevabını da verir.
Erin: Ofiste çalışan kız. Örneğin “görünmez ama yetenekli kadın”. Filmde Nick, yeni kapitalist modelin kadına nasıl bakılması gerektiğinin rol modeli olarak onun yeteneğinin ve görünmezliğinin “farkına varır” ve onu bir tür kurtarır. Soru şu: Onu “görünmez” yapan sistem de aynı değil miydi? Erin’i görünür kılan, karakteri ya da emeği mi, yoksa sadece yeni ezber mi ya da sistemin böyle işliyor olması mı? Mücadeleyle elde edilmeyen her hak, o hakkı verenin lütfuna, imkânlarına bağlıdır!
Kafede çalışan Lola karakteri de ilginçtir. Günümüz dünyasında sosyal medyada psikolog, alıntı sayfası, ilişki sayfası vs. de beğenileriyle tüm sırlarını açan kadınları düşünün. O sayfalarda zaten bir algoritma ve beğeni sayısı ile bu kadınların önüne modern dünyanın oluşturduğu yan etkiler gelir. Bir tür “evrene mesaj” misali sosyal medya tanrısına dua eder gibi beğenilerde bulunurlar. Lola’nın aklından geçeni, karşısındaki çapkın erkeğin bilmesi misali, “kullanılabilecek, yönlendirilebilecek, algı yaratılabilecek” bir zihin olarak konumlanır.
İlginçtir, çapkın Nick “incitilmekten korkan” Lola ile ilişki yaşadıktan sonra yoluna bakar. Ancak hesap sormaya gelince Lola, bu kez de ego sorunu olarak algıladığı bu durum karşısında “reddedilmenin zayıf ego nedeniyle başarısızlık ve aşağılanma” olduğunu düşündüğünden karşısındakine çıkış kapısını gösterir: “Gay olduğun için böyle oldu değil mi?” der. Nick de evet der. Böylece Lola, bu olaydan ders alma fırsatını zayıf, kırılgan egosunun kibri sayesinde, yarattığı günah keçisi üzerinden harcar.
Burada ülkemiz güncelinde 23 yıldır bir şehrin ikonu haline gelen bir kadın yöneticinin parti değiştirmesi olayının benzerliğini görmek gerek. Hukuki hakkı varsa insanlar her şeyi yapabilir. Bu yapılan bence hukukidir; ancak vicdani ve etik değildir, bu kısmı ayrı. Ancak bu olayı açıklarken “Eski genel başkanın hatrını kıramadım” demek acıdır. Yine bu görüşü temsil ettiğini iddia eden popüler, güya duayen entelektüellerin de “Topuklu efe, topuklayan efe” ifadesi çocukçadır.
Sormazlar mı: Yahu, sen kişisel hatırla ülke mi yöneteceksin? Ya da ön seçim neden yok? Ya da bu ismin böyle olduğunu anlamayacak kadar nasıl kör ve öngörüsüz olabiliyoruz? Ancak tabii hiçbiri olmayacak. Çünkü soru sormak, ezberlerden uzak, benliğine yakın olmayı yani Cumhuriyet ferdi olmayı gerektirir ki maalesef ortada böyle bir görüntü yok!
Bir de karşı taraf açısından da bu kitlesel eylem mantığına paraleldir. Yani “birini almıyorum, aslında sizin 23 yıllık yoldaşınızı bile koparıp alırım” diyerek psikolojik üstünlük kuruyor, güvenlerini kırıyor.
Filmin diğer ana karakteri ve Nick’in rakibi olan Darcy başarılı bir kadındır; ancak iş yerine gelişi de bir erkekten ayrılmış olmasına indirgenir. Yaralı, sevgiye muhtaç, güçlü görünen kadın profili çizilerek aslında yine erkekliğe bağlanır. Duygusal boşluktan dolayı işindeki başarısı olmuş gibi arka planda işlenir ki bu klasik bir klişedir. “Marie Curie de mi öyleydi?” diye sorar insana örneğin. Kadının her başarısına bir kulp takma merakının bir örneğidir bu.
Filmde çapkın (kapitalist sistemin eski maço erkek modeli) Nick, bu kadının düşüncelerini anlayarak ona aşık olur. Sonra da bu aşkın etkisiyle dönüşür. Hatta hile ile de olsa bu yetenek sayesinde ayağını kaydırdığı Darcy’e hakkını iade eder. Nick’in kızına ebeveynlik yapması misali aslında ebeveyn rolünü fedakârlık yaparak Darcy’e de gösterir. Farkındaysanız hep bir erkeğin lütuf olarak, onun kontrolü altında, onun vicdanına kalan bir çekilme ile kadına alan açılmakta! Zaten gerçek hak verilmez, alınır.
İşte bu açıdan Trump’ın yeniden başkan seçilmesiyle ABD’de LGBT haklarında yaşanan gerilemeler de bunun güzel bir örneği değil mi?
Sosyal medya bağımlılığının kadınlarda iki kat fazla olması ya da kuantum, New Age dinlere, astrolojiye, “sosyalleşme” denen yüzeyselleşmeye ve kendi gerçekliğinden kaçış olaylarının kadınlarda daha fazla oluşunun bir nedeni, kadınların gerçek anlamda kendilerini ifade edecekleri dayanışma ve mücadele pratiklerinin imkânlarının kısıtlılığıdır. Bir başka yönü de erkek egemen toplumda erkeğin ebeveyn misali kontrolünde alan açılması ve kadının bu açılan alanla yetinmesidir — kadın öncülerin belki de!
Bu arada filmdeki en ilginç sahnelerden biri de Nick’in bu özelliğini öğrenen psikiyatristin “Bu özelliği kullan” diye Nick’e sadece tavsiyede bulunmasıdır. Psikiyatri de sonuçta bilimsel bir temele sahiptir ve sıradışı bir şekilde kanıtlanan bir gerçek karşısında altındaki nedeni araştırmak yerine sadece tavsiye ve yönlendirmede bulunması, günümüz popüler psikoloji/psikiyatri bakış açısına benzemesi ve bilime olan mesafesi açısından paralel bir örnektir. Merak değil ayna iddiasında bir edilgenlik öne çıkmakta!
Kadınlar Ne İster?
- Yönetmen: Nancy Meyers
- Senaryo: Josh Goldsmith, Cathy Yuspa, Diane Drake
- Yapım yılı: 2000
- Oyuncular: Mel Gibson, Helen Hunt