15.05.2023
İstanbul’da film festivallerine gitmek benim açımdan daha konforlu. Kalacak yer sorunu yok, yakın, yıllarımın geçtiği tanıdık bildik yerler vs. Aslında bir yönüyle güzel olsa da en zorlayıcı yanı ise dostlar. Çünkü günde beş film izleyip bir de üzerine gecenin geç vakti ya da iki film arasındaki azıcık zamanda vakit geçirmek zor bir iş. Baktım böyle olmayacak arkadaşlarıma da bilet alıp filmlere beraber gitmeyi düşündüm. Teoride çok güzel bir fikirdi. Ancak pratikte pek de öyle olmamıştı.
Örneğin çok sevdiğim dostum Hasan var. Ki Hasan tam anlamıyla bir sosyalist biri. Ancak okumak, tartışmak, düşünmek gibi konularda mahir olsa da pek öyle üst üste film izleyecek biri değil. Hele ki festival filmlerini hiç değil! Ama dedim ya bir yol bulmalıyım. Yoksa geç çıkıyorum, yoruluyorum ama Leman’a gidip gece 3’e kadar oturuyoruz, tartışmalar, içmeler… kaldırılacak gibi değil.
Sonunda bir gün planımı gerçekleştirmek için harekete geçtim. Hasan’ın tüm çekincelerine rağmen filme gelmeye ikna oldu. Şans mı? Sakınan göze çöp batması mı? Bilmiyorum ama denk gelen film Jim Jarmush’un “Paterson” filmiydi. Hasan, tamamen yavaş tempoda ilerleyen, deneysel diyebileceğimiz film boyunca iç çekti. Şiirler yazan bir otobüs şöförü ve hayatını küçük değişikliklerle anlamlandırmaya çalışan eşinin öyküsü benim hoşuma gitmişti. Ancak içten içe de gülüyordum. Çünkü daha önce Hasan’ın da olduğu bir ortamda muhabbet şiire gelmişti. Benim de birkaç şiir denemem var deyince Hasan “Benim bu konudaki görüşüm belli, şiir gay işidir.” Demişti. Hasan’ın gaylerle ilgili olumsuz düşüncesi yok yanlış anlaşılmasın. Ancak çok ciddi bir meselenin başlamadan yüzeysel bir benzetme ile boşa düşmesi, kestirip atılması da komikti. Sonra gay şairler ve yaşamları üzerine anekdotlar ile olay iyice geyik muhabbetine dönmüştü. Bunları hatırlayınca bir yönüyle de Hasan’dan intikam almış gibi bir komik durum söz konusuydu. Her şey gibi filmde bitmişti. Ciddi durmaya çalışıyordum. Hatta abartılı bir ciddiyetle Hasan’ı kendinden şüpheye düşürmek istedim. Ve filmin derinliğinden, Adam Driver ve Gülşifte Ferahani’nin oyunculuğunun muazzamlığından, Jarmush’un yönetmenlik becerisinden bahsettim. Yetmedi filmde geçen aforizma gibi olan replikleri söyledim. Hasan benim taktiğin daha alasını yaptığını sessizce dinledikten beş dakika sonra konuşmaya başladığı ilk cümle ile anladım.
Bana baktı ve “ Ya ben gayliğe karşı biri değilim ve saygı duyuyorum. İnsanların yaşam tarzı bu ve ben her gayin yaşam tarzını savunma noktasında da yanında olurum, beni biliyorsun” sonra da devam etti. “Ama gaylere saygı duymak ayrı onların sosyal ortamlarına dahil olmak ayrı.” Ben şaşkınlıkla ona baktığımı farkedince de “Ya güzel kardeşim biz ne izledik Allah’ını seversen ya” dedi ve gülmeye başladı. O günden sonra da ne zaman film izlemeye davet etsem “Yeni bir Paterson faciası yaşamak istemiyorum” diyerek önce filmin konusunu, yönetmenini okuyayım sonra diyor.
Zeki adam. Sevse de beni kendisine ait bir tarzı var ve tarzın uymadığını görüyor, ona göre de seçim yapıyor. Haklı da sonuçta ben festivalde her seans film izliyorum. Değerlendirmek ve yazmak için görmem gerek. Bir tür sinema profesyoneli gibiyim. Ancak o öyle değil ki.
Boşa Antik Yunan Tapınaklarının duvarlarına “Kendini bil” diye yazmamışlar. Fazlanı da eksiğini de bil ki ona göre seçimlerini yap, hayatını planla vs.
NBC’nın “Kış uykusu” filmi Altın Palmiye almış ve vizyona girmişti. Bu büyük başarının da etkisi ile gündem olmuş ve merak uyandırmıştı. Hiç unutmuyorum salonda başlarken yüze yakın seyirci vardı. Bittiğinde ise bir ben bir de mekan sorunu çeken be filmin uzunluğu nedeniyle gelen ergen iki sevgili vardı. Ki emin olun onlar da az saydırmamışlardır, NBC’ye. E iki de bir karanlık salonu aydınlatan kar manzarası hoş olmasa gerek amaçları için.
İnsan böyle işte ya. Günlük hayatın gailesi içinde eziliyor. O kadar eziliyor ki Gandhi’nin(Bu Hindu olanı) “Fakir insanın ahlakı olmaz” sözünü akla getiriyor. Dikkat edin ahlaksız demiyor. Ahlak meselesi aç insan için en azından kategori dışı bir mevzudur demek istiyor. Halk kendini fakirleştiren insanları yine iktidar yapıyor. Bunu nasıl açıklayacağız? Bu halk aptal diyerek mi? Öyle olsa kaç bin yıldır varlığını sürdürmezdi! Geriye ne kalıyor? Halkın dahil olduğu ve halka gerçeğin tüm yönleriyle anlatıldığı, halka saygı duyan ve merkezine onu alan bir örgütlenme ile oluşan siyasal yapılanmalar oluşturmak gerekli. Seçim gecesi muhalif denilen kanallardaki insanların gevşek ve rahat tavırları neyin nesi? Tuzu kuru muhaliflik de bu kadar olsa gerek.
İktidar için söylenecek bir şey yok. Daha doğrusu söylenmeye değer bir şey yok. Kaldıkça ve bu şekilde devam ettikçe olacak tek şey daha yüksekten daha sert düşüş olacaktır. İşin kötüsü onunla beraber biz de zarar göreceğiz. Bürokrasi de iyi kötü varolan devlet geleneğinin yok edildiği, yolsuzluğun gırla devam ettiği, üretimin, bilimin, sanatın sekteye uğradığı bir sistem ne kadar devam edebilir ki? Seçim gecesi bile Atatürk’ün kurduğu AA’ının hali içler acısı.
Yine de oldu bittiye getirilmezse gerçeği anlatmak ve halkı daha büyük zararlardan korumak için ikinci tur masada. Olayın kimlikler değil ekonomi başta olmak üzere ülkenin kaderi olduğunu anlatmak için bir şansımız daha var. Ve muhalefet bence aynı heyecanla sandığa giderse kazanacaktır.
Bu arada Hasan ile “Manchester By The Sea” filmini izledik sonraki bir zaman ve o filme bayıldı. Hem iyi hem izlenebilir, derinlikli filmler de yapılabiliyor demek ki demişti. Haklıydı.
Her zaman bir yol vardır.
Siyaset çözemezse daha doğrusu zaman kaybettirirse dünya gerçekleri kendi bildiği şekilde ve acımasızca çözecektir. Çünkü bu sistemin sürdürülebilirliği mümkün değil!