20.02.2024
Antik Yunan mitolojisi din kavramının evriminde önemli kilometre taşlarından biridir. Mitolojideki tanrı kavramının esası insanın tanrı olsaydım ne yapardım düşüncesi, yani tanrı ile empati yapmasına dayanır. Tanrılar ya çapkınlık peşindedir ya da hırs, intikam, öfke… İnsan tarafından yaratılan bir tanrılar modeli neden var? Çünkü insan doğayı, yaşamı bilmek istiyor ancak bunu açıklayacak bilim ve düşünce henüz edinilmiş değil. Eldeki verilerle de mitolojik hikayelerdeki klasik bir anlatı ortaya çıkar. İnsanlar bir şekilde Tanrılar ile çatışır. Bu çatışma insanı daha çok ortaya çıkarır ve Batı düşüncesinin esasını da bu ortaya çıkan bireyleşme oluşturur.
Pek bilinmeyen bir mitolojik öykü olan Pygmalion öyküsü Kıbrıs’ta geçmektedir. Adada yaşayan kadınlar tanrıça Afrodit’e saygı göstermezler ve yeterince inançlı davranmazlar. Bunun üzerine Afrodit adadaki kadınları ahlaksızlıkla lanetler. Klasik mitolojik bir öykü buraya kadar anlattığım kısım ancak bu öykünün odağındaki çatışmayı orta çıkaran kadınlar öykünün öznesi olmazlar. Özne Pygmalion adındaki bir erkek heykeltraştır. Pygmalion kendine uygun kadın bulamaz çünkü lanet söz konusudur. O da ahlak kavramını tartışacağına ya da kadınların isyanına destek vereceği yerde tanrıçanın tarafında olur, sistemle çatışmak yerine sisteme uyar. Kendine her ezik narsist gibi beğeneceği bir kadın heykeli yapar. Ancak her yaratım yaratanın çapı ile ilişkilidir. Hal böyle olunca da Pygmalion her sistemin işbirlikçisi gibi sistemin duvarına çarpar çünkü işbirlikçinin sınırını sistemi kuran belirler. Pygmalion’e bizde ara ara kameralara yansıyan vekillerden, bakanlardan torpil isteği misali Afrodit’e yalvarır ve heykeli gibi bir kadın ister. Afrodit bu sisteminin sadık kuluna kayıtsız kalmaz ve Galetea adını verdiği heykeli bir kadına dönüştürür. Bu mit aslında, rol çalan bir işbirlikçiyi anlattığından olsa gerek pek de bilinmez/öne çıkmaz.
Bernard Shaw bu miti bir tiyatro oyunu yazarak edebiyat dünyasında yeniden ele alır. Pygmalion mitini olduğu gibi değil eleştirel olarak uyarlar Shaw ve kadının bir erkek tarafından yaratılması/dönüştürülmesi fikrini eleştirir. Zaten finalinde de erkeğin istediği itaat eden kadın düşüncesi gerçekleşmez.
İşin ilginci aynı Shaw yıllar sonra oyunun sinema uyarlamasında da senarist olarak yer alır. Ancak 3 saate yakın süresi olan filmde final değiştirilir ve mitolojideki erkeğin yarattığı itaat eden kadın modeli kutsanır. Neden böyle olmuştur? Muhtemelen sinema ile yazarlık arasındaki farktan kaynaklanmaktadır bu durum. Çünkü edebiyatın; yazarı yalnız başınadır ve bu ona daha özgür, samimi ve bireysel fikirlerini aktarmada imkanlar tanır. Sinema öyle mi? Elbette zor bu açılardan çünkü yapımcı, yönetmen, ünlü oyuncuların yorumları, seyircinin hoşuna gidecek iş yapma çabası devreye girer ki mevzu Hollywood sineması olunca bu neredeyse kaçınılmaz bir durum. Kalabalıklar ve rant işin içine girince başka saikler (para kazandırması, seyirciyi düşündürerek zorlaması yerine mutlu ederek uyuşturması gibi) ortaya çıkar ve samimiyet, özgünlük zarar görür. Bu iki faktörün varlığı sistemin gerçeği örtmesine ya da kirletmesine olanak sağlar. Tabi Shaw bu filmle de senaryo Oscar’ı alır. Ki ilk ve tektir bu açıdan. Uslu olmanın da faydaları yok değil demek ki!
Tarihte cansız bir kukladan ya da bir bilim insanı tarafından yaratılan cansızlıktan-canlıya dönüşüm öyküleri vardır. En meşhurları da Pinokyo ve Frankenstein’dır. Pinokyo hatalar yaparak insani olanın özelliklerine sahip olmaya başlar ve ustasının sevgisinin de etkisi ile insan olur. Frankenstein ise bozuk bir tanrı olma kompleksindeki bilim insanının hırsının etkisi ile bu kez de tersi olan sevgisizlik ile varolur. Sevgi kavramı insanı insan yapan en büyük zaaf ve ihtiyaç olsa gerek. Çünkü sevgi, insanı çatışmaya ve cesarete davet eden en önemli etkendir. Bu üç ayrı öyküde en az bilineni Pygmalion. Neden? Çünkü sevgi doğası gereği mücadele gerektirir. Oysa Pygmalion’un sevgisi sisteme boyun eğmeye ve ondan medet uman bir acziyeti içermekte. Sevgi ise sadece sevilen karşısında boyun eğer ki bunun sayesinde sevilen dışındaki tüm dünyaya baş kaldırma cüreti sağlar!
Popüler psikoloji modern bir din misali her şeye bir sözü olması gerektiği düşüncesi ile olsa gerek Pygmalion etkisi adı verilen bir kavram ile bu konuya da el atmış. Elbette eleştirel olarak değil. Popüler bir psikolog, çocuk kitabında miti “en temelde hikayenin ana fikrini bir cümle ile özetleyelim: Adam bir şeyi o kadar çok istedi ki gerçek oldu” şeklinde özetlemiş.
Popüler psikoloji meselesine çokça değinmemiz gerekir. Yazarlığın özgünlüğü/eleştirel olma imkanı sinema karşısında ne kadar sekteye uğramışsa popüler psikoloji sinemadan da beter bir halde. Çünkü insanı merkezine alıyor ve önemsiyormuş gibi görünse de aslında insanı öne çıkarmasındaki amaç maddi nedenler, insanı yalnızlaştırarak örgütlenmesine engel olacak bir güvensizlik hissi vermek ve böylece de sistemin uslu çocuğu olarak Pygmalion misali ödül mamasına kavuşmak.