16.10.2022
Hukukçuların en meşhur sözlerinden biridir “Usül esastan önce gelir.” Anlatılmak istenen ise haklı olsanız bile yönteminizde yanlışlık, eksiklik varsa bu sizi hukuki açıdan haksız yapar. Bunu hukukçular objektiflik ilkesi ile açıklıyorlar. Bu kural aslında bize hukukun adalet aramakta kuralları olduğu ve teknik bir alan olduğunu gösteriyor. Onun için de zaten bu dile hakim olan avukatlık mesleğine mensup insanlar aracılığı ile davalar yürütülüyor.
Uzatmayalım bu girişi, ancak şuna dikkatinizi çekeyim ki hak arayışında halkın avukatları entelektüeller ve medyadır. Ancak ülkemizde bu ikisi de halktan ve gerçeklerden kopuk maalesef. Ya yandaş basın misali masallar dünyasında bir medya düzeni ya da halkın gerçek sorunlarından uzak öncelikleri olan bir entelektüel grup söz konusu. Sağlam entelektüeller de zaten görünür olamıyor!
Geçen hafta “Yüzüklerin Efendisi” dizisi hakkında konuştuk. Dizinin ilk 6 bölümünü sırf gelecek bölümler için temel atmaya, yapıyı kurmaya harcadılar. Türkçede vurgu yüklemden önce olur. Eylem esastır. Yüklem ise genelde sonda olur. Ancak sektör haline gelen dizi, sinema dünyasında seyirciyi ilk anda yakalamak çok önemli hale gelmiştir. On saniyelik videolarda bile sonunu bekleyin diye paylaşıldığı bir sabırsız dünyadayız. Binlerce eserin ortaya çıktığı, seçeneğin çok olduğu bir dünyada artık bilinirlik için bu şarttır. Bu dizi ise eski usul ve nizami kurallara bağlı olarak ilerledi. Çünkü şanslıydı insanlar tarafından bilinen bir kitap ve sinema filmi serisinin üzerine kurulmuştu. Zaten belli bir kitlesi vardı, güncel ifadesi ile fanları var.
“Smile” filmi vizyonda. ABD’de en çok izlenen film. Daha önce de yazmıştım korku filmlerini hiç sevmem. Ancak bir şeyleri anlatmak amacıyla bu türü seçen filmlere de saygımız sonsuz. Çektiğimiz çileye değen: Jordan Peele’nin “Get-out”, “Us” ya da Babak Anvari’nin “Under The Shadow” filmi yakın zamanda bu duruma örnek gösterilecek başarılı filmlerdir.
Ülkemizde türün hali ise içler acısı. Attila İlhan’ın 1950’li yıllardan önce ezan sesi filmlerde sansüre takılırdı. Sonrasında serbest bırakıldı. Bu kez de gerekli gereksiz her filmde kullanılmaya başladı tespiti aklıma geldi. Biraz da bunun etkisi ile muhafazakar iktidar döneminde cinli filmler aldı başını gitti. Ancak ne için, çok büyük çoğunlukla gişe elde etmek için ve sırf korkutmak için. Bu haliyle de pornodan bir farkı yok. İçgüdüsel bir şeyi harekete geçirmekten başka bir amacı yok bunların da.
“Smile” filmi ise “Halka” filmi misali bir yapısı var. Bir ruh göründükten sonra görenin ölümüne belli bir süre içinde neden oluyor. Bu karakterlerin ortak özelliği de geçmişlerinde yaşadıkları ve yüzleşip de aşmayı başaramadıkları bir travmaları olması.
Film ilk andan itibaren yakın plan çekimler, karanlık ortamlar, aniden sessizlik sonrası ses ya da ani görüntülerin ortaya çıkması ile korku türünün tüm özelliklerini kullanıyor. Drone çekimleri ise zaten son dönem filmlerinin olmazsa olmazı. Ancak korku türünde seyirciyi sahte özgürleştirme adına da iyi yöntem.
Zaten korku filmleri ana karakter ile seyircinin en fazla özdeşleştiği tür. Seyretmiyoruz sadece aynı zamanda teknik anlatı dili nedeniyle karakter ile birlikte hareket ediyoruz. Korkuyoruz, kaçıyoruz, merak ediyoruz, kurtulmaya çalışıyoruz, çözmeye çalışıyoruz vs. Yine dikkat ederseniz karakter ne kadar biliyorsa çekim tekniği gereği biz de o kadar biliyoruz o ruhun hareketini.
Türün sevdiğim yönü toplumdan ayırarak karakteri ve bizleri bir birey olduğumuzu ve yalnız olduğumuz hissini de hatırlatması. Genelde ölümün de bu filmlerde mutlaka oluşu bence bu bireyselliği vurgulayan özelliklerden biri. Bu haliyle de bireysel bilince katkı sunması da güzel.
Ve yine dikkat edin her zaman genel anlamda korku filmleri gişe için iyi bir seçenektir. Sanat filmi dediklerimizden başarılı oldukları kesin. İşte yukarıda örnekler verdiğim bazı yönetmenler aslında korku temalı sanat filmleri yaptıkları için saygı duyulası isimler. Onlar daha çok insana ulaşmak için korku türünü bir tür kullanıyorlar.
Smile’ın finaline kadar film bu yönde bir eğilim içinde. Hatta ana karakterin yaşadığı sorun karşısında sevgilisi, kardeşi tarafından yalnız bırakılmasını modern dünyada insanların sevdikleri dahi olsa sorundan kaçma ilkesi ile hareket etmesini eleştirmesi güzeldi.
Ancak ah o final sonrası final neydi ya? Modern dünya için asıl korku figürü işte o sahnede ortaya çıktı. Bir yönetmen düşünün güzel bir fikir bulmuş, korkuyu kullanıp insana dair ciddi gözlemler, eleştiriler yapmış, sorunu huzur sağlayacak şekilde çözmüş ancak ortaya esas korku figürü çıkıyor ve diyor ki esas olan bunlar değil, esas olan devam filmi ve kazançtır! Onun için de ana karakteri öldür bana devam filminde kullanacağım bir karakter ver ve öyle bitir (bitirme) filmi! Kapitalist bakış ölümle, sonla ilgilenmez. Bu çünkü bireyi düşünmeye iter, kapitalizm ise bireyin düşünmesini değil tüketmesini ve sorgulamamasını ister. Bir tür din aslında bu yönüyle.
Bu haliyle de kapitalist patronların platformları, yapımcıları vs. sinema ve diziler için en büyük korku ve tehlike figürü değil mi aslında? Yetenekli insanları birer maymuna çeviriyor. Üstelik bunu eserlerine müdahale ederek yapıyor. En büyük sansür bu değil mi? Zorla değil gibi görünen bir zorlama.
Başlangıca dönersek Sadri Alışık “Şaka İle Karışık” filminde meşhur repliğinde “Bu da mı gol değil hakim bey” diye bağırır. Gerçek hayatta elbette değildir ancak sinemada gol olur. İşte sanatçı olanı olması gereken ile birlikte anlatır. Ancak bu kapitalist sanat anlayışında maalesef tek ilke patronun çok kazanması olunca daha nice başyapıt olacak eser böyle çöpe dönüşür.
Sonuç olarak kapitalistleşme sürecini tamamlamış toplumlarda gerçeğin ne olduğuna kapitalist şirketler karar veriyor. Bizim gibi feodalizmin bir tık üstü devlet kapitalizminin hüküm sürdüğü ülkelerde ise medyada dezenformasyon yasası olarak bilinen yasa misali gerçeğe devlet otoritesini elinde bulunduranlar karar veriyor.