16.04.2024
Wim Wenders; “Berlin üzerindeki gökyüzü”, “Paris-Texas” gibi muazzam filmleri ile 80’li yıllarda insan varoluşunu ve aşkı yücelten sinema tarihine adını yazdırmış usta bir yönetmen.” Toprağın tuzu” belgeseli ile de Brezilyalı fotoğrafçı Sebastian Salgado’nun fotoğrafları ve yaşamı üzerinden insanlığa ve doğaya derinlikli bir belgesel yapmıştı. Tüm bunlara rağmen” Derin sular” filmindeki ‘sistemin gördüğü gibi’ olayları gören bakış açısını ile de ciddi hayal kırıklığı yaşadığım biri Wim Wenders.
Son filmi mükemmel günler’i izlerken ilk başta ucuz romantik bir film diye düşündüm. Ana karakter olan Hirayama (koji Yakusho) 60’lı yaşlarda, yalın ve yalnız yaşayan biri. Anladığımız kadarıyla maddi olarak daha iyi şartlarda yaşayabilecekken kendi TERCİHİ ile umumi tuvaletleri temizlediği bir iş ile hayatını sürdürmektedir. Tokyo’nun merkezine yakın bir gece kondu tarzı müstakil bir evde yaşamaktadır. İşini gayet ciddi ve titiz bir disiplinle yapar.. Hamamı, çamaşır yıkamacısı, yemek yediği yer, her sabah otomattan kahve alması günlük rutinleridir. Kitaplara olan merakı, analog fotoğraf makinesi ile fotoğraflar çekmesi, ışığa-gölgeye, ağaçlara bakması ve 60-70’lerin müziklerini kasetten dinlemesi ise; keyif aldığı, sade ve derinliği olan zevklerdir. . Film aşağı yukarı 1.5 saat boyunca böyle geçiyor.
Bu süre zarfında seyrettiğimiz karakter 1970’lerde zamanı durdurmuş, zaman makinası ile 2020’lere gelmiş birisi gibi. Karakter bir şeylerden mi kaçıyor? Hayat karşısında edilgen bir savruluş, sürüklenme içinde mi? Yoksa bilinçli bir tercih mi bu şekilde yaşamı diye düşünürken, önce birlikte çalıştığı iş arkadaşı genç çocuk ve onun kız arkadaşı ile olan diyalog, sonrasında da yeğeninin gelmesi ile net olarak görürüz ki bu tamamen BİLİNÇLi bir tercih. Yani ortada güçlü bir benliği olan bir KARAKTER var. Hani şimdilerde sıkça gördüğümüz; yaşlı amcaların, teyzelerin zamane gençleri ile takılmaya çalışmaları ya da komik duruma düştükleri sosyal medya kullanımları gibi bilinçdışı, öylesine yapılmış tercihleri yok Karakterimizin. Hiarayama’da. O pek çok zamane insanına saçma gelse de her şeyi yapabilecekken, ulaşabilecekken REDDEDEREK hayata karşı DİK durmaktadır. Ona dayatılan zamane aile, yaşam, teknoloji, eğlenme, hobi vs kavramlarının hepsine karşı çıkar. Ancak yerlerine de kendince KAVRAMLAR koyarak doldurur. Parkta öğle arası dinlendiğinde yan taraftaki kadınla göz göze gelince selam verir. Kadın bunu sapık olarak görür. Ya da iş arkadaşı genç, kız kardeşi vs yaşamına eleştiri getirmeye kalkar ancak bu ciddiye almaz çünkü ortada bir SORGULAMIŞ İRADE ve TERCİHİN verdiği özgüven vardır. O birileri beğensin diye bir şeyler yapmamaktadır. Kendi iç dünyası kavramı gelişmiştir!
Karakterimiz bireysel biri ve örgütlü değil. Ancak bu durumu bir tür tıbbın ilk ilkesi ‘zarar verme’ kuralına bağlayabiliriz. En azından kapitalizmin ahmak bir tüketicisi değil ya da sosyal medya maymunu değil, popülerlik peşinde değil. En önemlisi GÜNDEMİNİ kapitalist sistemin öne çıkardığı maymunlar belirlemiyor. Kendi gündemi var, mütevazi ve huzurlu…
Ve işin ilginci çalıştığı iş yerindeki çocuğun sevgilisi ve kendi yeğeni de farklı bir dünya olabileceğini Hirayama’nın duruşundan görüyor ve rol-model olarak saygı duyuyorlar. Bu inanın ki az bir şey değil! Hani Zeki Demirkubuz’un bir sözü var ya “Dünyada bir insana inanabilmek kadar mükemmel bir şeyin henüz icat edildiğini düşünmüyorum. Çok basit anlamıyla söylüyorum bir dosta güvenmekten tutun da bir kadının sizi sevdiğine ve bunun hukuku dışında bir şey yapmayacağına inanmak ya da sizin aynı şekilde olmanız’ tam da bu sözün içeriğindeki samimi ve gerçek bir insan Hirayama.
Bakın dikkat edin büyük laflar söylediğini sanan, akıllar veren, basit diplomayla insana dair her şeyi çözenler, yabancı muadilleri fenomenlerin zırvalıklarını uyarlayan ahmak yerli versiyonlar vs vs inanın ki insan ruhunu üç kuruş kazanç için meze ediyorlar ve kendilerini de bu insanları bu zeminlerde zaman harcamaları ve meşgul etmeleri karşılığında meze ediyorlar sisteme! İşte Hirayama bu açıdan gerçek bir kahraman ve rol model. Duruşu ile samimiyeti ile doğal AYKIRI ve sisteme göre de UCUBE.
Moda ergen ifadesi ile bir LOSER değil! Ona LOSER diyen gerçek LOSERlara acıyan bir kahraman!
Bu kadar naiflikle de aşk olayı da insanı bunalıma sokan bir naiflik oluyor tabi. Sevdiğini söyleyememek ancak bir kıskançlıkla kazara gün yüzüne çıkan aşkta ancak böyle bir karaktere yakışırdı.
Kikegaard’ın ‘Herkes fikir özgürlüğünden bahsediyor ancak ortada fikir yok’ demesi misali günümüz neo-liberal dünyasının özü birbirine benzeyen ancak dışarıdan bakınca farklı görünen içi boş farklı yaşamlar iddiası karşısında bu filmdeki GERÇEK bir tercih edilmiş orijinal bir başka dünya var!
Basitliğin, doğallığın bile kapitalist bir ürüne dönüştürüldüğü günümüzde Hirayama’nın hayatını, 70’lerin güzel şarkıları eşliğinde seyretmenizi tavsiye ederim. Yetmez ama bu kadar insanın yok edildiği zamanlarda, nötr kalmak bile bir olumlanma maalesef!