10.12.2024
Vatandaşın biri sigara izmaritini yere atıyor. Sonra aklına son günlerde belediyenin mobese kameraları aracılığı ile ceza yazdığını hatırlıyor ve yerdeki izmariti alıp, kameralara bakarak el sallıyor. Bu Bolu belediye başkanı ve sosyal medya tarafından düzenin sağlanması olarak sunuluyor. Bu olay aslında çok şey anlatıyor. Buradaki uygulaması iyi görünse bile ‘sistemin, sıradan insanı gözetleme aracı’ olarak dehşet verici bir durum aslında. Düşünen insan bir aracın sadece kendine gösterilen olumlu yönlerine bakmamalı. Bireyin her adımının takip edilebilir olması korkutucu. ‘Hail Satan?’ Filmindeki ifade ile ‘Tanrıya kapıyı açan şeytana da açmış olur.’
Kaldı ki bir aracı yapan ve kontrolünü elinde bulunduranın bu şeffaflık iddiası, menfaati için gerekli olan karartmayı da sağlamak için kullanılabilir. Vitrinde elbette güzellikler sergilenir ancak arka planda gücü elinde bulunduranın menfaatleri esastır.
Bu tür şeffaflık zayıf, sıradan insanın basit suçları için kullanılır. Diğer sıradan insanlara da hem ayar verir hem de korkutur. Diğer türlü nasıl açıklanabilir ki ‘Ankara’nın göbeğindeki Sinan Ateş cinayetinin sürecindeki karanlık’ demek ki şeffaflık da bir seçicilik ve sınır var!
Bu durum genel olarak dünya siyasetinde (ve özellikle de geri kalmış toplumlarda) de mevcut. Saddam’ı devirmek için Bush, Blair ikilisinin kimyasal silah yalanı gibi. Yalanın kabulünü güç sağlıyor. Sonrasında yalan ortaya çıksa da hiçbir ceza alınmıyorsa (katliamdan dolayı yargılanma değil sadece, en azından kınama bile yoksa), bu dünyada: Hukuk, insanlık gibi kavramlar samimiyetsizlik ve yalandan başka bir şey değildir. Haklılığın sadece güçlü olmak anlamına geldiği vahşi bir dünyadan ibarettir bu sistem anlamına gelir. Filistin bunun en net kanıtıdır!
İlk 4 madde tartışması, 40 bin yıllık devlet aklının Öcalan açıklaması, Barzani’nin ‘Kuzey Irak, Türkiye’ye katılabilir’ açıklaması ve en sonunda da Esat rejiminin düşmesi. Tüm bunların bir anda doğaçlama gelişmesi mümkün mü? Rüyasında mı gördü bu insanlar da bir anda dün söylediklerinin, savunduklarının tersi sözler söylemeye başladılar? Ya da 13 yıldır düşmeyen Şam 10 günde nasıl düştü? En derinindeki açıklama bence ‘gördüğümüz gerçekliğin yalan oluşu ve bildiğimiz anlamdaki ‘gerçeklik’ kavramının yok oluşundan ibaret. Nietzche’nin üst insanı ortaya çıktı ancak onun kastettiği anlamda değil. Güç tekelleştikçe ‘yeni üst insan sınıfı’ sağlamlaşıyor. Geri kalan dünyanın %99’u ise şimdilik farklı renklerde de olsalar iyice soluyorlar. Ve ilerleyen bir zamanda zeka, yetenek, biyolojik özellikleri ölçüsünde sistemin güç odağı olan üst insanlara faydaları ölçüsünde bir yaşamları olacak.
İşte Esat’ın düşmesinden çıkarılacak ders: Rusya ve İran gibi başka güçlerin imkanları ile varlık iddianızı devam ettirmeye çalışırsanız, Rusya’ya belki Ukrayna’da taviz verildiği için, İran’ın ise tüm gücünün sembolü saydığı liderlerini yok edilerek aşağılanması karşısında susmak zorunda kalacak bir boyun eğmeye mahkum edilince yani arkanızı yasladığınız güçler yok edilirse, siz de yok olursunuz. Kendi kanatlarına güvenmeyen, kendi gücünü oluşturamayan er geç yok olmaya, boyun eğmeye mahkumdur.
Peki nasıl kendi kanatlarınız olabilir? Bunu en basitinden siyasi gündeminizden anlayabilirsiniz. Mezhep, din, etnik köken, giyim kuşam üzerinden siyaset konuşuluyorsa o toplumun bir benlik, irade geliştirmesi mümkün değildir. Suriye’de böyleydi. Bilim, sanayileşme, düşünce gelişimini sağlayan gerçekliğe bağlı örgütlü kurumlarınız, sivil toplumunuz, şirketleriniz, fabrikalarınız, üniversiteleriniz yoksa sizin varlığınızın büyük çoğunluğu başkalarının insafına kalmış demektir.
Boris Lojkine’nin ‘Süleyman’ın Hikayesi’ filminde Gine’den Fransa’ya kaçak gelen Süleyman’ın iltica talebinin görüşüleceği güne kadar olan kısımda, kaçak çalışmanın zorluğu, fakirin fakiri ezmesi, sistemin bu ezilenleri sömürmesi, nişanlısının Süleyman’dan vazgeçmesi gibi dramatik yaşamı anlatılır. Gineli biri de ilticası kabul edilmiş bir avukat ve Süleyman’a ücret karşılığı kabul almasını sağlayacak bir hikayeyi ezberletir. Öyle sorarsa böyle cevap ver, şu örgüte üyeydim, şunlar vardı, şu tarihte işkence gördük vs. Şeklinde bir hikaye. Filmin başladığı yer olan göçmen bürosunda final sahnesi de gerçekleşir. Kadın sorar, Süleyman kendisine ezberletilen hikayeyi söyler. Kadın en sonunda ‘Bak Süleyman buraya gelen her Gineli aynı hikayeyi anlatıyor, istersen gerçek hikayeni anlat’ der. Süleyman, annesini babasının bıraktığını, annesinin akıl hastası olduğunu, toplumca dışlandıklarını ve tüm çabasının annesine bir ev alarak güzel bir yaşam kurmasını sağlamak olduğunu’ anlatır.
Bizim yaşamlarımızda gerek iktidar yanlısı, gerekse de muhalif entelektüel denen insanların, kanaat önderlerinin güya bize anlattığı sahte hikayelerden ibaret değil mi? Örgütlü değiliz, bireysel dertlerimizi mesele edinmiyoruz, kalkıp da 5 yılda bir 5 dk oy kullanmak için bu kadar gündem etmek saçmalık değil mi? Bulunduğumuz meslek örgütünden başlayarak bir şeyleri düzeltmek için çabalamanın yavaş ancak gerçekçiliği ortadayken aynı sözü dün söyleyene terörist diyen, bugün kendisi söyleyince kahraman olanların olduğu ve şeffaflığın sadece sigara izmariti atanları yakalamaktan ibaret olduğu toplumda, kendi gerçeğimizle hayatı düzeltmeye kalkmak en doğrusu olsa gerek. Çünkü siyasette şeffaflık yok!