06.08.2023
Hayatta en önemli nimetlerden biri “can sıkıntısı.” Kariyer kelimesi yük arabası sözcüğünden gelir. Küreselleşme adı altında tekelleşen dünyada bizim gibi konumunu kaybetme eğiliminde olan ülkelerde bu yük arabasını çeken atlar daha çok kırbaçlanır. Bir yere geldik sandığınızda da yükünüzün değersiz olduğu söylenir. Sizler de yediğiniz kırbaçlarla kalırsınız.
İsyan etmeye kalksanız? Zorladık mı derler? Durumun saçma olduğunu kabul ederler ancak suçlu siz olursunuz. Ne de olsa özgür bir dünyada hür iradenizle bir tür eşek olmayı seçmişsiniz. Eşek olana da semer çok vurulur.
Atanamayacağı belli olsa da her yere öğretmenlik bölümleri açmak, endüstri, teknoloji imkanları zayıf olan ülkede pek çok mühendislik bölümü açmak. Hatta eski dünyanın saygın mesleği olan ancak kapitalizmin rant, teknoloji, hukuk vs ile işgal ettiği tıp bile aynı kaderi paylaşıyor.
Hep dediğim gibi kapitalizm 24 saatinizi, hayatınızın her anını isteyen bir din aslında. Bunu da sizi mecbur bıraktığı şartları oluşturup sonra da sizin tercihinizdi diyerek sorumluluğu da size bırakan bir düzen.
Şengül Can’ın bir öyküsü geliyor aklıma. Adamın biri evli bir kadınla ilişkisi var. Bir süre sonra kadın eşini kötülemeye başlıyor. Adam ise hayır sen yanlış anlamışsındır, aslında haklı gibisinden kadının eşini kadına karşı savunur konuma geliyor. Çünkü adam kadın ile olan ilişkinin sorumluluğunu almak istemiyor. Sadece kendinin istediği yönleri ile hayatında bu ilişkinin olmasına izin veriyor. Kapitalist dünya tam da bu değil mi? Sizden istediğini alacak, faydalanacak ancak sizi sınırlandıracak ve o sınırları geçmeye kalkınca da bedeli size ödetecek. Çünkü sizi zorlamadı ve sözümona özgür iradenizle dahil oldunuz bu oyuna.
Geçenlerde bir genç arkadaşım heyecanla ülkemizi işgal edecekler dedi. Güldüm. Bu öyküyü anlattım. Ve dedim ki yahu adamlar zaten alacaklarını alıyorlar. İşgal edip de külfetini mi çekecekler bir de. Hatta az gelişmiş toplumlarda adamların istediklerini yapanlar “en yerli milli” oluyorlar bir de. Ve sömürülen halk da kendini bağımsız, güçlü, saygın hissediyor. Tirajikomik aslında. Kendi bağımsız ekonomisini kuracak altyapıyı oluşturmadan “Nas” ile faizi indirenler şimdilerde sistemin gereğini yapıyorlar. Finansal ekonomi denen şey üretime dayanmayan, günü kurtaran, Alparslan Işıklı hocanın ifadesi ile tam bir “Kumarhane kapitalizmidir.” Geçen bir sohbette bir arkadaş güzel bir şey dedi. Eski Türkiye’de “Ayşe tatile çıkardı.” Yeni Türkiye’de “Nas tatile çıkıyor.”
Geçenlerde pahalı mekanların olduğu bir yerdeyim. Bir bira alıp suyu seyrediyoruz arkadaşla. O mekanlarda oturan insanlar (ki benden varlıklı oldukları kesin) anın tadını çıkarmak yerine politika konuşuyorlar. Sanki onlara bir şey olacakmış gibi. Gerçi bizim gibi ülkelerde politika dediğin şey de adamcılık üzerinden olduğu için bir tür futbol takımı taraftarı olmaya indirgendiğinden bu durum da doğal aslında.
Halkın gerçek sorunlarını, halkın içinden çıkan ve halkla bağı kopmayan entelektüel anlatmayınca ne oluyor? İşte Benjamin Millepied buna “Carmen” filmi ile cevap oluyor. Bir Fransız olarak Meksika’dan ABD’ye kaçak yollarla geçerek yeni özgür bir dünya kurmaya çalışan bir kadının aşk ile dolu öyküsünü anlatıyor. Araya mistik kökler, müzik, dans, tiyatrovari sahneler ile entelektüel bir seyirlik ortaya koyuyor. Sanırsın Meksikalı! Halbuki İnnaritu biyografik “Bardo: Bir avuç doğrunun yalan yanlış güncesi” filminde Meksika’ya dair her şeyi kendi üzerinden anlatıyordu. İşgalcileri Cortez ile olan diyaloğu da süperdi. Bu Meksikalılık, yerlilik vurgusu yapınca Cortez “ne yerliliği ya siz işgalcilerle, yerli halkın piçlerisiniz,” der.
Millepied ise alakası olmadığı öyküye dahil olunca illa ki romantik bir güzelleme yapmak zorunda. Çünkü onun olanın gerçekliği ile bağı yok. O anlatacak bir şeyin zemini olsun onun üzerine kendi entelektüel dertlerini anlatsın yeter. Afganistan’da insanları öldüren ancak ölen ya da yaralanan arkadaşları üzerinden savaş karşıtı hatta ABD emperyalizmine karşı hale gelen bir eski asker ile bu kaçak olarak ABD’de yeni bir hayat kurmaya çalışan kadın arasında aşk oluşturabiliyor. Bu aşk üzerinden neden Meksika geri kalıyor da ABD refah içinde sorusu kaynıyor. Bunda ABD sömürüsünün etkisi de es geçiliyor. Ne öne çıkarılıyor. Bireysel irade ve mutluluk iddiası. Oysa kızla birlikte en az on kaçak öldü filmde bile. Gerçeği örtme adına bir işlev yüklenen günümüz feminizmini de kapitalist sistem algısı ile kullanıyor. Güya kadını yüceltiyor.
ABD asker, polisi ise filmde tam karikatürize edilmiş. Aydın Orak çekse ancak bu kadar olur.
Sonuç olarak insan sosyal bir varlık. Bütün yani yaşadığı ülke iyi olmadan kendisinin iyi olması mümkün değil. Onun için de mücadele ve örgütlülük şart. Yoksa bir Fransız’ın entelektüel mezesi olarak anlatılan bir gerçekliğiniz olur.
Bunun yaşanmaması için de yaşadıklarımıza cidden canımızın sıkılması gerek. En samimi şekilde bu sıkıntıyı hissetmeli ve harekete geçmeliyiz. Başka türlüsü kader değil keder.