17.09.2024
İnsan dünyadaki en farklı canlı. Bunu sağlayan da bilincinin olması. İnsan başka bir canlı türü gibi ‘anı yaşayamıyor.’ Geçmiş tecrübelerden edindiği bir hafızası ve sonlu bir varlık olmasına rağmen geleceğe dair planları var. Bu özellikler hayvanlarda da var ancak insan kadar derinlikli ve organize değil. Doğaya maruziyeti karşısında onu değiştirmesi kıyaslandığında açık ara insan ‘bilinçli eylemleri’ en fazla olan varlık. Kader diye bir şey var elbette ancak bu kavram daha çok yaşandıktan sonra anlaşılan bir şey. İnsan şartları değiştiren, derin ve uzun vadeli planlar kurabilen bir varlık. Bir ağacı düşünün su, toprak ve güneş onun varlığı için yeterli. Bir köpek için de üç aşağı beş yukarı aynı şeyler geçerli. İnsan ise bunlarla tatmin olmayan bir varlık. Bizim gibi başta ekonomik olarak geri kalmış toplumlarda bir bitki ya da hayvan misali temel ihtiyaçlar ile tatmin olmak zorunda kalan toplumlar maalesef insandan çok diğer canlılar misali bir regresyona (gerilemeye) uğruyorlar. Oysa diğer canlılar sadece ‘andan’ ibaret yaşayabiliyorlar. Bunu maddi yetersizlikler nedeniyle somut gerekçelerle yaşayan sıradan insanlar bir tür maruziyet nedeniyle yaşamak zorunda kalıyorlar. İstanbul’da 2-3 işte çalışarak ailesini geçindirmek zorunda kalan insanlar gibi… Elbette bu insanlar hayata karşı dik duran, mücadele eden saygı duyulası insanlar! Ancak bu yaşadıkları şartların getirdiği regresyon nedeniyle potansiyellerini gerçekleştirme şansları da zor olan insanlar. Diğer taraftan maddi şartlardan ziyade düşünsel travmalardan dolayı regresyona uğrayan ve bu insanlara öncü olması gereken entelektüel kesim var. Onlar da gerçeği değiştirecek yollar önermesi gerekirken, gerçeği (olanı) bile görmekten acizler. Sıradan insan geleneğin getirdiği ezberlere mahkum olmuşken (vatan-millet-Sakarya) bu insanlar da önlerine konan düşüncelere tabi olarak aynı şeyi farklı şekilde kabul ediyorlar ve regresyona uğruyorlar. Oysa insan bir inek misali önüne konan ota fit olursa, potansiyeline ihanet etmiş olur. İnsan, mücadele eden, değiştirendir!
Avrupa sinema ve edebiyatında da 2. Dünya Savaşı’nın büyük yıkımı sonrası pek çok düşünüründe ciddi regresyon oluşmuştu. Georges Perec’in romanı ve ondan uyarlanan “Uyuyan Adam” filmi gibi. Edilgen, kendi içine gömülen bir üniversite öğrencisinin dış dünyadan/gerçekten kaçışını/kopuşunu anlatır film. Günümüzden filme baktığımızda bu bile bir çabadır aslında. Çünkü çocuk sürüklense de belli bir kendini çekme hali vardır. Şimdilerde ise sosyal medya ya da aynı vasat ucubelerden oluşan sahte topluluklarda bir araya gelip gerçekten kopan az çok entelektüel insanlar söz konusu. Yalnızlıktan bile kötü, regrese edici bir ‘kalabalık ve kısır bir yalnızlık’ hali! Zamanı durdurduğunu sanan, biyolojik bir varlıktan ziyade sanal/sahte ortamlarda zaman kavramından bihaber birer ‘yapay zeka programı’ gibiler.
İnsan ne olursa olsun biyolojik bir varlıktır. Kültigin Anıtı’nda geçen ‘Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu hep ölümlü yaratılmıştır’ ifade misali. Çok eski zamanlarda bile insan bu kadar bilimsel gelişme olmadan gerçeği biliyormuş! İnsanı tanımlayan en önemli şeylerden biri de ‘sorumluluk’ duygusudur. Eylemlerinin sorumluluğu! ‘Güç Yüzükleri’ dizisini seyrederken seriyi bu açıdan da düşündüm. Seride, Sauron gibi ölümsüz karakterler var. Kötüsü, iyisi var bu ölümsüzlerin, Antik-Yunan mitolojisi misali! Antik-Yunan mitolojisi dönemin insanın hayal gücü ile doğayı açıklama çabasından kaynaklanır. Bilimsel düşünme ve imkanları kısıtlı, bilinmeyen ise çok olduğu zamanlar. Yıldırımı açılayacak bilim yok, o zaman Zeus kızdı diye açıklamak o dönem için insana bilinmezi açıklamanın getirdiği huzur sağlar, mantıklı. Ya şimdilerde! Elbette ki hayır. Ölümsüz olanın (yani Tanrısal olan) ölümlü hevesleri olabilir mi? Gücü ele geçirmek, yönetmek gibi! Antik-Yunan’ın gelişmişliği ölçüsünde kabul gören anlayışı bugünün gelişmişliğinde neden var? Çünkü insan olmanın sorumluluğunu atma, onu yük görme halinin sonucu. Gerçeğe makyaj yaparak ya da sosyal medya fotoğrafları misali pek çok filtre uygulayarak kabul edilebilir hale getirme çabası. Yaşam; gerçeği görme ve değiştirme çabasından ibarettir. Köleler, boyun eğmek zorunda kalanlar sadece kabul etmek zorunda hisseder. Serideki ölümsüzler misali varlıklar kötülüğü ve iyiliği temsil ediyor demek de insanı ve iradesini tahakküm altına almak değil midir?
Küçük bir kız çocuğu öldürülüyor. Suçun somut failleri cezalandırılmadan, soyut arkaplanı önceliğimiz oluyor. Suç mistik bir hal alıyor, gerçeklikten çıkıp soyut Sauron misali kötülük kavramının bilinmez devasa karanlığında gerçek suçlularla birlikte kayboluyor.
Bir abimizden dinlediğim anı ile bitirelim.
12 Eylül dönemi. Hapishanede sol nedeniyle yatan bir abimizin anısı. Yönetim psikolojik işkence (şiddet mi desem) olsun diye sağ ve sol grupları aynı koğuşa koyar. Ateşle barut misali olay çıkacağı kesindir ve amaçta budur zaten. İki tarafta geceleri nöbetçi bırakarak teyakkuzda beklerler. Bir süre sonra bu koğuşa tecavüz suçundan 2 mahkum gönderilir, yer olmadığı gerekçesi ile. Zaman biraz daha geçer ve taraflar birbirine girer. Gardiyanlar olaya en sert şekilde müdahale ederler. Arada gardiyanların ıslah edici coplarına maruz kalan 2 tecavüzcünün isyan eden sesleri duyulur. ‘Yahu bizi niye dövüyorsunuz, biz bunlar gibi devletimize karşı değiliz, bizler tecavüzden girdik buraya’ derler.
Öyle ya da böyle toplumunun daha iyiye gitmesi için sorumluluk alan, bedel ödemeyi göze alanların dayak yemesini hak görürler. Ancak bireye karşı en adi suçu işlemiş olmak daha az cezayı gerektirdiğini ve korunmayı daha fazla hakettiklerini düşünürler. Narin olayı ve benzerlerinde de suçlu insanlar ideolojik düşünceler gerekçe gösterilerek suçlanıyor ve suçlu insanlar bir anda ideolojik taraftarlar bulabiliyorlar!
Ne acıdır toplumsal ahlaka, bakışa sorgulayıp da damıtmadan, kendi gerçeğini/ahlak kavramını oluşturmayan baş eğen birey olamamış-ki insan mıdır?- varlıklar bile bu genelleme imkanı sayesinde suçlulukları sulandırılmakta