24.07.2022
1800’lü yılların 2. çeyreğinde, Frankfurt’ta Main Nehri’ne bakan evinde maddi kaygılardan arınmış bir Schopenhauer… Hayatın anlamı üzerine düşünceler geliştirir ve yazar. Elinde şarabı, gökyüzünde yıldızlar, karşısında Main Nehri… Mesai derdi yok, geçim derdi, hatta bir süre sonra beğenilme derdi bile yok! Tüm düşünürler bu kadar şanslı olmasa da tarihin çöplüğüne süpürülemeyen ve hala fikirleri, eserleri ile yaşayanların kesin olan bir ortak yönleri var, yarattıklarının insan yaşamına dokunması. Yaşadıkları dönemde düşünürlerin bir kısmı toplum tarafından yok sayıldı ancak zamanla hak ettikleri değeri gördüler.
Schopenhauer’un hayatından bazı kesitler vermemizin nedeni günümüzde bu tarz düşünce üreten insanların daha çok bireysel uğralarla değil, sistematik bir düzenden geçişini vurgulamaktı. O zamanlar yazar yetiştirme ya da sinema yapımı için okullar, kurslar yoktu. Yaşadıkları toplumun bazı yönlerini yanlış bulan, eleştiren ve bunun sonucunda toplum dışına itilen yalnızlaşan düşünürler vardı. Belki de bu yalnızlaşmanın etkisi ile zihinleri berraklaşmış, olayları daha iyi analiz edebilmişlerdir. Yalnızlaşmak, bir yerde de toplumsal kaygılardan uzaklaşmayı ve özgürleşmeyi getirir. Başka türlü Schopenhauer nasıl “döneminin” ötesinde de anılabilirdi ki?
Günümüzde pek çok edebiyat, felsefe kursları, sinema fakültesi vs var. Tüm bunlar bir meslek ve iş edinme amacı da olan yerler. Üstelik bu yerler sisteme egemen olan gücün açtığı ve o gücün kontrolünde olan yerler. Bu da yetmezmiş gibi bitirince geçiminizi sağlayacağınız işleri bu egemen güçler sağlayacak. Tanrı buyruğu gibi tartışmadan geçtiğiniz bu yolda nasıl bu egemen güçleri eleştirebilirsiniz ki? Yanlış anlaşılmasın sözüm bireylere değil bu sistemin yapısına yönelik.
Netflix’e yapılan işlere bir bakın. Hangisi bu kalıpların dışında? Zaten belli otosansürle (ki otosansür olduğunun bile farkına varmaksızın) yetişen zihinlerin, belli kalıplara uyarak, bir tür sipariş üzerine iş ürettikleri durum söz konusu.
Elbette bir sistemin özgürlükçü izlenimi vermesi şart. Bunun için de gerçekten yaratıcı zekaya sahip insanlara ihtiyacı var. Çok iyi paralar, büyük şöhret, itibar vaadi ile bu isimleri bünyesine katmakta. Ancak dikkat edin bu isimler zamanla bir tür ‘yapay zeka’ formuna dönüşüp, belli bir formülle ilerleyen ‘ruhsuz’ ama zekice işler üretmeye başlıyorlar.
İşte “Stranger Things” örneği ortada. Zekice bir fikirle ortaya çıktı. Ergen çocuklar üzerinden arkadaşlık, sevgi gibi insani özellikler vurgulanarak geniş kitlelerce kabul edilirliğini de artırdı. Aslında bir sezonda tüm misyonunu tamamlamıştı. Ancak dizi tutunca oyun hamuru gibi konuyu yaymaya, genişletmeye başladılar. Çok yetenekli oldukları için hala popülerliği devam etmekte. Ancak insan ömrü sonsuz değil ve artık bu dizinin geldiği noktada okey oyununda çifte gitmekten öte aslında bir fonksiyonu da kalmadı. Hatta oyuncular ergenlikten çıkıp kocaman insan olmaya başladılar. İşte burada bu dizinin bir şeyler anlatmaktan, bir derdi dile getirmekten daha çok esas kaygısının yaratıcılarının zekası ile elde ettikleri ilgi sayesinde daha çok kazanmak ve kazandırmak olduğu görülüyor. Bu yaratıcılarının daha iyi işler çıkarmasına engel olduğu gibi, sisteme zekalarını bir tür hediye olarak sunmaları anlamına gelmekte.
Yarattıkları ergen karakterlerin inandırıcılığı ve gücü sayesinde sosyalizmi rahatlıkla aşağılamakta ve bunu da kırmadan dökmeden yapabilmekteler. Eleştirileri belli seviyede haklı da olabilir ben o kısmında değilim sadece nasıl manipülatif bir güç aracına dönüşmesini vurgulamak istiyorum. Çünkü araç haline dönüşen bir şeye bakarken araca değil onu kullanana bakmak gerekir! Ruslar yerine bu aracı kullanarak bizleri de rahatlıkla aşağılayabilirlerdi. Şimdinin muhalifi Olivier Stone’un “Gece Yarısı Ekspresi” senaryosu ile yarattığı facia ortada!
Dünyada insanlar egemen kapitalist sistem içinde ‘kendini özgür sanma’ ilizyonu ile yaşamakta. “Stranger Things”te Sovyet otoroterizmi, filmdeki canavar ve ona bağlı yapılar ile metaforik olarak ‘sürü’ benzetmesi ile örtüştürülmekte. Gerçekten de Sovyet sosyalizmi kaba engellerin olduğu otoriter bir sistemdi ancak insanlar özgür olmadıklarını bilirlerdi. Şimdiki İran ya da Kuzey Kore gibi. Bu kötü durumun teorik olarak iyi tarafı ‘bilinç’ olsa gerek. Özgür olmadığını bilme hali!
Kapitalist egemen dünyada ise bu bile yok. Sömürü, fırsat eşitsizliği hat safhada ancak insanlar kendini özgür sanıyor. Özgür olduğunu sanan insan mücadele eder mi? Elbette etmez. Aslında kapitalist sistemin kabulleri onaylandıktan sonra kalan dar bir alan var ve bu alanı özgürlük olarak sunuyor sistem. Fakir bir siyahi bir aileden geliyorsan Harvard da okuman imkansız! Elbette doğuştan bir lütuf olarak dahi değilsen. Öyle bile olsan sisteme hizmet edecek bir dönüşümü gerçekleştirebilirsen ancak kapılar sana açılabilir. Obama gibi! Sistem seni dönüştürür, kullanır. Sistemin kabul edilirliğine, meşruluğuna katkı sağlarsın. Dönüştüremezsin, dönüşürsün!
Bizim gibi ülkeler ise ilk sezondaki yaratıcılık sonrası otomatik pilota bağlanan devam sezonları gibiyiz. Canavar yenilmiştir ilk sezon her şey normale dönmüştür ancak devam sezonu şart olduğu için canavar geri gelir, ekip toplanır, kısır döngü devam eder… Bizde sorun en derinde sistem! Günü kurtarma adına bir ekip de kalmadı. Ama canavar bolluğuna laf yok! FETÖ ve sonrasında bilimum tarikatlar, beşli hayır şirketleri vs vs.