16.01.2024
Futbolun bizim ülkemizde günlük hayatın bir parçası olduğu inkar edilemez. Maçlardan çok daha uzun süren futbol programları var ve futbol hafta boyunca da arkadaş sohbetlerinin vazgeçilmezi. Bu kadar önemsenen bir konuda ülkenin en büyük iki takımı arasında oynanacak olan süper kupa finali Suudi Arabistan’da iptal edildi. Ne olduğuna dair tatmin edici resmi bir açıklama yok! Ne olacağına dair de yok. İddialar var. Suudiler Atatürk’ten rahatsız oldular ya da ‘büyük resmi gören’ ancak gözünün önündekini göremeyen iktidar yanlılarının -iktidara darbe- yorumları var. Ortada dedikodular, zanlar, ithamlar var ancak gerçeğe dair bir bilgi ve ŞEFFAFLIK yok. Basit bir mesele bile ciddi soruna dönüşüyor. Zanlar bir kez daha gerçeğin önüne geçiyor.
Bilgi edinme hakkı gibi meseleler artık kanun maddesi haline geldi. Amaç vatandaş kendisini ve toplumu ilgilendiren konuları bilsin ve yönetime daha çok katılabilsin, haklarını koruyabilsin diye. Ancak pek çok hukuk maddesi gibi kanunlar artık sadece bir kağıt parçasından ibaret! Zaten gündelik sorunların altında ezilen halk da hakları noktasında pek de merak edecek konumda değil.
Maslow’un ihtiyaçlar piramidinin en altındaki barınma, beslenme sorunlarına bir toplum mahkum edilirse, o toplum artık bir gökdelenin bodrumunda yaşayan insanlar misalidir. Rivayet o ki gökdelenin üst katlarında yaşayanlar zevki sefa içinde, çılgın eğlenceler yapıyor, eğleniyorlarmış. Alttakiler ise toprağa daha yakın olduklarından olsa gerek Cennet vaadinden başka bir şeyleri yokmuş. Arada çocukları kaybolurmuş. Toprağa yakın olduklarından Cennete daha gitmediklerini anlarlarmış. O zaman bir umut gökdelenin üst katlarında yaşadıklarını umarlarmış. Kalpler değil günümüzde cennete açılan kapı. Televizyon ya da diğer ekranlardan insanlar Cennet’in kapılarını açıyorlar. Her gün yeni bir dizi ile gerçek dünyadaki yenilgimiz ekranlarda zafere dönüşüyor. O kadar muazzam zaferler ve tatmin duygusu ki insanlar sırf bu yüzden kalkıp da mücadele edecek bir sorunun varlığını bile kabul etmiyor. Bu dizileri önümüze getirip yaralarımızı iyileştirenler de bu gökdelenin üst katlarındaymışlar. Demek ki oradan da bilmediğimiz bir yol var cennete doğrudan giden. Allah’ın kerameti işte.
Bir tek bizde yok bu gökdelenler dünyası. İşte ABD’de gökdelenin zirvesinde yaşayan Siyonistler kerametten ne kadar soludular ise belli ki ‘Matrix’te bir şeylere dokundular’ hal böyle olunca da biz gökdelenin altındakilerin göreceği bilgiler önümüze atıldı. En alttakilerin bunların hayatını bilmesi kadar aşağılayıcı ne olabilir ki? İşte Eppstein olayı tam da bu değil mi? Bayram değil seyran değil gökdelenin, yerdelen kısmında yaşayanlara bu bilgileri saçmak neden? Üsttekilerin iç hesaplaşmasında, dünyadaki cehennemi göstererek karşıt tarafına dengeyi bulma çabası, tehdidi olsa gerek. Yoksa yerdelende yaşayanların kayıp çocuklarının ‘yer yüzündeki cennete’ değil de ‘yer yüzündeki cehenneme’ kaçırıldıkları öğrenilir. Hoş öğrenilse ne olur? Frank Miller’in öyküsünden uyarlanan ‘Günah Şehri’ filminin ilk kısmında Bruce Willis’in oynadığı temiz polis karakterinin söylediği gibi ‘Ülkede Senatör Roark’ın üzerine gidecek tek bir savcı bile yok’ Gökdelenin üst katlarında yaşayanlara karşı ne yasalar işliyor ne başka bir şey. Yerdelende yaşayanların örgütsüzlüğü, toprağa yakın oluşları ile ekranlardan verilen sahte cennet hülyaları varken bir şey olmaz. Ama arada bir şeyler oluyor denebilir. Evet, onlar da üst kattakilerin iç hesaplaşmalarından kaynaklanan sızmalardan başka bir şey değil!
28 Şubat’ın bin yıl süreceğini hayal eden insanların başına on yıl sonra neler geldi. Jesse James’i öldürdü diye kendini Jesse James sanan Fetullahçıların başına neler geldi. Yakın zamanda gördük. İnsan hiç mi akletmez, ders çıkarmaz. Demek ki yerdelenlerde yaşayanlar ara basamaklara çıkınca hemen gökdelende yaşayanların cennet heyulasına kapılıyorlarmış.
Yasalarla korunan ayrıcalıklar da bir yere kadarmış. Hep derim sistemin kanatları altında korunma talep etmenin en tehlikeli kısmı, sistemin (korunmayı sağlayan) insafına kalmaktır. Bir tür araca dönüşürsünüz. Ve o insafa bırakılma ilk başta koruma sağlarken ola ki sisteme ters düşerseniz ya da sistem için faydadan çok yük haline gelirseniz hatta sizi feda ederek daha büyük bir kazanç elde etme imkanı bulursa, filmlerdeki su alan gemilerde olduğu gibi ilk atılacak olan sizler olursunuz. İşte LGBT, feminizm, azınlık hakları, anti-semitizm vs için hep bu risk vardır. Belki ilk anda bir hukuki koruma/desteklenme doğru ise de sonrasında toplumsal İÇSELLEŞTİRME gelişmezse güvenliğinizi sağlayan sistem en büyük düşmanınız haline dönüşür. ABD’de bir anda patlayan Sinagogun altındaki tüneller meselesine biraz da bu yönüyle bakmak gerek. Şeffaflıktan uzak, topluma dahil olmak yerine ayrıcalık denen ancak topluma adapte olmanızı engelleyen mekanizmalarla yola devam ederseniz işte bir gün sistem sizi yolun kenarına atar.
Ne ayrıcalık isteriz ne aşağılanma. Tek talebimiz eşitlik. Hele ki bu iğrenç kapitalist sisteme diyeceğimiz tek şey Sinop’lu Diyojen’in erk sahibi İskender’e dediği gibi ‘Gölge etme başka ihsan istemez’ olmalı.