06.12.2020
Psikyatrist bir dostumla konuşurken ‘’Bizde psikiyatri Amerikan filmlerindeki gibi zannediliyor. Oysa ki polikliniğe gelen hastaların çoğunluğu maddi yoklukların sonucunda oluşan çıkmazlardan dolayı bize başvurmaktalar. Kadın, evlenmiş eşinin ailesi ile birlikte yaşıyor. Kayınvalidesi her şeyine karışıyor. Kendisine ait bir yaşam alanı ya da ekonomik imkanı yok. Sonrasında da bunalıma giriyor ve bize geliyor. Bu insana ne tür bir faydam olabilir ki? İlaçlar ile bir parça rahatlar ama bu esas sorunun giderilmesini sağlamaz ki!’’ Bunu anlatma sebebim, sağlığın izole bir alan olmadığı ve bütüncül bir yaklaşım gerektirdiğini gösterebilmek için. Bu olgudaki gibi bir durumun esas çözümü kadının kendisine ait bir işinin ve gelirinin olması, yani ‘’birey’’ olabilmesinin, kaderini kendisinin tayin etme hakkının yolunun açılmasıdır. Bunu yapamadıktan sonra yapılacak her şey günü kurtaran ancak esas sorunla yüzleşilmesini öteleyen geçici çabalardan öte bir şey olamaz.
Koronavirüs salgını ile ilgili söyleyeceklerimde de bu olgudaki yaklaşıma ve olayın sadece basit ilaç ve önlem önerilerinin dışındaki ‘’Bütüncül Tıp’’ gözlüğü ile bakmanızı istiyorum. Elbette ‘’Maske-mesafe-hijyen’’ önlemlerine sonuna kadar bağlı kalmalısınız, bu sizin sağlığınız için uymanız gereken şeyler. Ancak bunlara uymanın şartlarının da oluşması gerekmez mi? Bukowski’nin ‘’Afrikaya ilaç yardımı için kampanya yapmıştık ancak hepsinin üzerine tok karnına yazıyordu.’’ demesi gibi.
Diğer taraftan bu süreç bize, ülkemizde gerçek anlamıyla ‘kapitalizmin’ de olmadığını göstermiş oldu. Daha doğrusu sadece devlet kapitalizminin var olduğunu. Düşünsenize, kapitalizmin olmazsa olmazı olan ‘mülkiyet hakkı’ ‘çalışma ve sözleşme hürriyeti’ gibi anayasal hakları salgın bahane edilerek ellerinden alınmasına rağmen kimse hukuk yoluna başvurmamakta!
Küçük esnafsınız, lokantanız var ve devlet işyerinizi kapatıyor, karşılığında da zararını tazmin etmiyor ve siz de mahkemelere başvurmuyorsunuz! Bu durumun bir kaç nedeni olabilir. Hakkınızı bilmiyorsunuzdur. Bunun pek geçerli olacağını zannetmem çünkü zarar etmek kadar öğretici ve zekayı geliştirici bir şey yoktur. Başka bir ihtimal işyerinizde hukuki sorunlar vardır. Sigortasız işçi, yasal standartlara uygun olmaması vs gibi. Bu durumda da şikayet edip de açıklarınıza göz yuman sistem ile karşı karşıya gelmek istemiyor olabilirsiniz. Son ihtimal de ülkemiz açısından en acı olan durum, yani hukuka güven duygusunun zedelenmiş olması!
Şunu unutmamak gerek. Hukukun işleyişe müdahelede bulunması için zarar görenin başvuruda bulunması gerekir. Kimse şikayet etmezse mesele hukukun alanına girmemiş olur.
Ülkemizde görüşleri, eserleri ile her daim saygı duyulası, gerçek bir akademisyen ve hukuk duayeni olan Prof. Dr. Kemal Gözler’in anayasa.gen.trinternet sitesindeki ‘’Koronavirüs salgınıyla mücadele için alınan tedbirler hukuka uygun mu?’’ yazısını mutlaka okumanızı öneririm. Üstad olayı hukuki olarak aydınlatmıştır.
Yapılanların anayasamıza aykırı olduğunu net olarak ortaya koymuştur. Yazısında belirttiği gibi bu tarz temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanmasını sağlamanın tek yolu ‘Olağanüstü hal ilan etmektir’ Onun dışında ‘maske takmamak, sokağa çıkmak, işyerini açmak, istifa etmek’ gibi temel hakların kullanılmasının engellenmesinin hukukumuz açısından mümkün olmadığını net olarak anlatmaktadır. Peki neden yöneticilerimiz ‘Olağanüstü hal ilan etmemekte?’’ Çünkü bu durumda vatandaşın bu yasaklara uyması karşılığında, uğradığı zararı devletin tazmin etmesi gerekmektedir.
Demokrasi 4-5 yılda bir oy kullanmaya indirgenmemeli. Sivil toplum örgütleri olan dernekler, sendikalar bu hukuksuz durum için iş yeri kapatılan insanların dava açabilmelerine yardım etmeli ve bu durumu takip etmeliler. Gerçek örgüt olmak üyelerinin hukuki haklarını savunmakla mümkündür. Hukuk dışı uygulamaların hukuk sınırlarına çekilmesi için mücadele etmeliler. ‘Olağanüstü hal ilan edilerek’ tüm yurttaşların ihtiyaçlarını devletimizin karşılaması sağlanmalı.
İyi de o kadar parası var mı ki devletimizin? Bunu da biz vatandaşların değil bizi yönetenlerin bu olağanüstü hal oluşmadan önceki dönemde hazırlıklık yaparak düşünmeleri gerekmez miydi? Nerede ‘anca beraber kanca beraber’ ilkesi. Sokağa çıkma yasağı işçiye neden yok! Onlar bu ülkenin ‘eşit olmayan vatandaşı mı?’ Ortada ödenecek bir bedel varsa tüm hepimizin ödemesi gerekmez mi?
Devletin dili hukuktur. Bu dile uygun konuşulmadığında sonuçları faydalı gibi görünse bile bu olayda olduğu gibi bir kısım insanımızın zarar görmemesi mümkün değildir. İşte bu yüzden her uygulama mutlaka hukukumuzda yer almalı ve yasalara uymalı.
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ‘Deli Kuşun Öttüğü’ şiiri ile bitirelim.
“Ummam artık olanlar böyle olsun
Yeni çağda mızrak çuvala girsin
Vergi dersin, ümük dersin, can dersin
Verdiler mi aldılar mı bel olmaz.”