05.11.2023
Vatandaş için devlet ne anlam ifade eder? Vergi veren, konulan kurallara uyarak bireysel haklarından bazen feragat eden insan, bunun karşılığında devletten ne kazanır? Vatandaş için kurallara bağlı kalırsa güvenlik vaadi en önemli vaattir. Devlet demek hukuk kuralları ile sınırları olan bir güvenlik alanın garantisi demektir. Trafikte baklavacı kardeşlerden dayak yemeyeceğinizi, çocuğunuzun dinini öğrensin diye gönderdiğiniz kursta tecavüze uğramayacağını, girdiğiniz sınavda soruların başkalarına verilmeyeceği ve herkesin eşit yarışacağını, yediğiniz gıdaların standartlara uygun ve sağlıklı olacağını vaadeder devlet! Yeter ki siz kurallara uyun. Uluslararası hukuk da bunu vaadeder. BM neden var? Savaş bile olsa hastanelerin vurulmayacağını, çocuklar başta olmak üzere sivillere zarar verilmeyeceğini garantilemek için değil mi? Teoride elbette bunlar doğru. Pratikte olan ise gücün bu kuralların üstünde olduğu gerçeği! Suç aynı olsa da ceza, suçu işleyenin gücüne göre belirleniyor! İşte budur kapitalizmin yarattığı karanlık, soğuk ve acımasız dünyanın gerçeği!
Gerçek bu diye insan zulmü kabul edecek değil elbette. İnsan ruhunun en kutsal değeri olan mücadele kavramı bu yazgı diye sunulan saçmalığı değiştirmek için değil mi? Bunu en iyi bilen yine kapitalist sistemdir. Onun için de insan psikolojisini manipüle etmeyi çok iyi bilir. Sonuçta emperyalizm kazanan taraf olduğu için geçmiş başarısızlıkları ya da başarıları bir tür genetik aktarım ile aktarılmakta. Ezilenler de ise böyle bir aktarım söz konusu değil. Onlar için sorunlar “50 İlk Öpücük” filmi misali ilk kez karşılaşılmış gibi, sıfırdan başlanan bir şey.
Ezilenlerin iyi örgütlenememesi, derme çatma örgütlenmelerinin içine sızılarak pek çok mayınlı alan oluşturularak en küçük bir risk halinde bu mayınlar patlatılarak önündeki ile değil kendi içi ile uğraşacak hale dönüştürülmesi gibi pek çok sistemin tezgahı da cabası.
Bir başka tehlike de haklı mücadeleyi rahatça haksız gösterebilecek üst yapısal sembollerle bezemek. Hamas örneği bunun en açık göstergesi. Evrensel olan insan hakları üzerinden konuşulması gereken bir vahşet üç beş ezik egolu siyasal İslamcı’nın ‘dava’ gibi içini dolduramayacakları, kendilerinden kat be kat büyük sözler ederek kendilerine bir alan açan, öne çıkmalarına neden olan ancak masum insanların katledilmesine neden olmakta. Hamas şovunu yapar, Netenyahu zulmünü, olan kime olur? Masum Filistinlilere! İkisi de kendi çapında kazanır, günün sonunda kaybeden yine insanlık olur.
Sanatçı ne yapabilir bu vahşet karşısında? Hz. Ali’nin “Zulme karşı koyamıyorsanız en azından onu duyurun” sözü misali bu vahşeti ve arkasındaki gerçeği, çiğ bir duygusallıktan uzak, derinlikli ve estetik bir bakış açısı ile ortaya koymalı. Bunu yapmak büyük bir başarıdır ve de zordur. İşte Filistinli olan Rum kökenli bir Ortodoks Elia Süleyman’ın sineması bu açıdan çok değerli. Süleyman, olaya insani bakış açısı ile evrensel bakabilmeyi başarıyor. Böyle yapınca da siyasal İslamcıların çiğ bakış açısı ile olayı başka yere çekmeleri ve sulandırarak, değersizleştirmelerine izin vermiyor. Kamerasını pasajlardan oluşan olayları uzaktan gözlemleyecek bir konuma yerleştirerek “olanın tanıklığına” girişiyor. Bunu da sıradan gündelik yaşamdaki insanların yaşadıkları üzerinden gösteriyor. Odağında Filistin’de yaşayan ‘gerçek insanlar’ var. Bunlar vaadedilen topraklar hezeyanları ya da Yahudilerin ataları da böyleydi yok edilmeliler gibi hezeyanların gölgesinde kalan insanlar. Siyasal İslamcı ya da bunların simetriği olan Yahudi benzerlerinin ‘kafalarının içinde’ yarattıkları soyut insanlar değiller! Kanlı, canlı gerçek insanlar…
İnsani bakış nedir? Bunun en güzel örneği Behiç Pek üstadımızın bir karikatürüdür. İki adam konuşuyor. Biri: ‘Yine gençler öldürüldü’ diyor. Diğeri de ‘Türkler mi? Kürtler mi?’ diyor. Bunun üzerine adam da ‘Bunu sormadan ağladığın zaman barış gelecek’ diyor.
Samuel Maoz’un “Foxtrot” filmi ya da Nadav Lapid’in “Ahed’in Dizi” adlı filmleri İsrailli yönetmenler tarafından yapılmış ve insani bakış açısına sahip filmlerdi. Elia Süleyman dışında Bassam Jarbawi’nin “Tornavida” filmi de olayların perde arkasını başarı ile anlatan, estetik değeri olan, insani bakış açısını yansıtan filmlerdi.
“Tornavida” filmi Boğaziçi FF’de gösterildiğinde başörtülü bir arkadaşımız ‘Filistin bizim için önemli bir dava yeri ayrı keşke filminize ABD’li yapımcı almasaydınız” demişti. Yönetmen de Türkiye’deki pek çok kuruma başvurduk desteklemediler demişti. Neden desteklemediklerini filmi izlerseniz anlarsınız zaten. Çünkü film olaya ‘dava’ kutsallığı ile bakıp insani olanı reddetmeye kalkışmıyor. Hal böyle olunca da bizimkilerin bu filmi desteklemesi mümkün mü? Bizimkilere olayın arka planı, gerçeği lazım değil ki? Bizimkiler için mesele ‘dava’ diyerek olanı değil ‘kendi kafalarındaki gerçekliği’ yaratma ve görme çabasından ibaret!
Yahu iyi de masum insanlar ölüyor diyebilirsiniz? İnsan ya da gerçek kimin umrunda ki? Tüm mesele herhangi bir olayı biz nasıl kendi siyasal varlığımız için bir faydaya dönüştürebiliriz? Bu haliyle ‘vaadedilen topraklar’ iddiası ile ‘tüm Yahudiler’ yok edilmeli diyen zihniyet aynıdır. Çünkü hezeyanları olanlara deli denir. Delilerin gerekçeleri farklı olsa da nihayetinde delidirler. Haftaya devam ederiz!