20.08.2023
Seçimden sonra entelektüelimizde ciddi bir karamsarlık ve yenilgi hissiyatı hakim. Bu durum farkındalığı olan halkımızda da gözlemlenebilir. Sosyoloji, iktisat, siyaset bilimi vs hepsinin ortak ulaşacağı sonuç değişimdi. Öngörülerin ömrü olayın gerçekleşme anına kadardır. Ve gerçek ortada. Yenilgi var, Polyanna misali başarılıyız diyenlere bakmayın siz. Onlar gerçeğin etkisi ile delirdiler demek isterdim. Ancak öyle olmadığı da belli.
Günümüz dünyasında yenilgi diye bir kavram yok, acı diye bir kavram da yok. Geçen haftaki yazıyı bitirdiğim gibi “Aslında kaybolan şey insanın ta kendisi.” Her şey zıddını barındırdığı ölçüde var olabilir. Reddedilme ihtimali olmayan bir aşk, kaybetme ihtimali olmayan bir mücadele olabilir mi?
“House MD” diye bir dizi vardı. Dizinin bir bölümünde House evine bir hayat kadını çağırır. Kadın, House ile ilgili sorular sorunca House kadına dönüp, “beş dakikalık şey için bu sorular saçma değil mi?” diye cevap verir. House tutarlı ve gerçekçiydi. Yaptığı şey yanlış da olsa farkındalığı vardı. Ve durumun gereğini yapıyordu. Kadın maalesef sadece bir araçtan ibaretti. Zeminde yaptığı işin doğası da bunu gerektiriyordu. Aşağılık bir şey ancak gerçeği bu reddedilme ihtimali olmayan ilişki bu kadar pespaye bir şey işte.
House narsist biri. Her narsist gibi gerçekten bir aşk yaşaması mümkün değil. Çünkü narsistler kaybedecekleri ilişkiye girmezler. İlişki karşısındakinin varlığına, isteklerine saygı duymayı ve ona göre de bazı değişimleri ve uyumlanmaları içerir. Ki House dünyaya uyum sağlama çabası içinde biri değil. Daha çok kendi dünyasına gerçek dünyanın uyum sağlamasını talep ediyor. Durum böyle olunca da riski sadece işinde alıyor. Hem de öyle böyle değil bu risk almaları. Ancak onun dışındaki hayatında, ki dizi boyunca görüyoruz aslında hastane ve işi dışında bir hayatı da yok. Tipik narsist. Korunaklı alanında başarılı ancak o alan dışında zayıf biri. O kadar sezon kendini nasıl izletiyor peki? Çünkü zekası ile narsist dünyası olan hastanede yaptıkları ile ilgi çekici. Aslında dizi tam anlamıyla bir hastane dizisi. Ve House tam bir anti-kahraman. Başarılı olduğu alanda dizinin tamamında görüyoruz onu. Ve en tehlikeli narsist tipi aslında. Zekası ile başarılı bir dünya kurabilmiş birisi o.
Narsist birini seyirciye nasıl kabul ettirirsiniz. Elbette insani zaaflarını da göstererek. House’un mükemmel olduğu işini kutsar dizi. Bu kutsanmanın bir kabul görmesi gerekir. Nasıl? Neden aslında normal hayatta aynı ortamda olsanız sizi rahatsız edecek birinin hayatını seyrediyoruz? Çünkü onun işi çok önemlidir. Bunu tüm dizi boyunca görüyoruz. House’un kendisi de yanlış teşhis nedeniyle bir tür kurbandır. Bu hata yüzünden de ilaç bağımlısıdır. Bu durum seyircide hem işin önemini hem kutsanmasının kabul görmesini sağlar hem de onun insan ötesi narsistlik durumunu anlamamıza neden olur.
Bu psikolojik hamleler o kadar etkilidir ki, tıp gibi özellikli bir alanda üstelik çoğu doktorun bile duymadığı hastalıklar üzerinden anlatısı olan bir dizi, soluksuz izlenir bir hale dönüşür. Ki bu muazzam bir başarıdır ve dizi tarihinin en iyilerinden biri haline dönüştürmüştür diziyi.
House gibi mükemmel bir narsisti bile dizinin yaratıcıları zaafları ile gösterir ki seyirci kendisi ile bağ kurabilsin! Bizim muhalefetin ise öyle House misali dahi bir narsist olmadığı ortada. Zaafları ise arşı alaya yükselmiş konumda. İstanbul belediyesini kazanmak dışında bir tek başarısı yok. Kaybetmenin imkansız olacağı seçimlerde bile kaybetmeyi başarması inanılmaz bir şey.
Evet her girilen mücadele yenilgi ihtimalini barındırır. Ancak bunlar için kural öyle değil. Her girilen seçim sadece yenilgi ihtimalini içeriyor. Tek başarılı oldukları nokta ise; halka acaba olur mu? Kazanırlar mı? İhtimaline inandırmak. Ki o da bitti. Gerçek anlamıyla sıfırı tükettiler.
İyi insanlar denebilir. Elbette öyledirler. Ancak sürekli söylediğim bir şey var. Adile Naşit oynadığı karakterlerde ve gerçek hayatta çok iyi biriydi ancak ülkeyi yönetsin demedik hiç ona. İyilikleri siyaset dışı alanda kalmalı.
Allah yenilmenin de şereflisini nasip etsin. Öyle yenildiğinin bile farkına varmayan, pespaye bir yüzsüzleşme ne kazandırır ki? Olsa olsa kendimize olan saygımızı yitirmekten başka.
Aklıma Leonard Cohen’in mücadele ve sonucunda gerçek acı ile son bulan romanın adı geliyor: “Görkemli kaybedenler.”
Nietzche üst insan, tanrı öldü, insan tanrılaşma eğiliminde vs derken bunu kastetmemişti muhtemelen. Bunlar tanrı misali kanamıyor, acı çekmiyorlar. Öylece duruyorlar. Ancak tanrının böyle bir şey olmadığı kesin.
Ahmet Hamdi Tanpınar’a inanmayın siz. Huzur’da diyor ya “Şark beklemenin yeridir. Biraz sabırla her şey ayağınıza gelir” diye. Burası o eski şark değil. Dünya eski dünya değil. Soğuk savaşın gölgesinde keskin sınırlar yok. Kötü ancak dengeli bir dünya yok. Acımasız ve her şeye açık bir dünya bu yeni dünya.
Ne siz kalırsınız, ne biz ne de ülke! Biz bu ülkeyi sokakta bulmadık. Ve bu güzel ülke kimsenin basit egolarından daha değersiz değil. Yazıktır beyler…