06.02.2024
“Bilimin olduğu yerde şov olmaz, şovun olduğu yerde bilim!”
Prof.Dr. Hasan Yazıcı
Çapkınlık ikna etmeyi, aşk ise inanmayı, kabul etmeyi içerir. İkisi arasında en önemli fark çapkınlığın kısa süreli bir amaç uğruna olması ve karşıdakinin bütünü ile ilgili olmamasıdır. Aşk ise uzun süreli diye yola çıkar ve karşındakini kendisi ile bütünleştirmek, bir olmak ister. Ve en önemlisi olgun bir aşk için kendi bilincinin farkında ya da aşk ile dönüşebilecek ve kendisini bulma potansiyeli olan iki insan olması gerekir.
Netflix’te gösterimde olan ’Kötü Cerrah: Bıçak Altında Aşk’ belgeselini bu hafta sadece sistemin denetim eksikliği üzerinden incelemek isterim. Belgesel ülkemize de ezikliğimizden dolayı anlı şanlı profesörler tarafından kırmızı halılarla, kurtarıcı olarak davet edilen İtalyan Prof. Dr. Paolo Marchianni (M) odağında anlatılmış. M, önce sanayide bile yaptırılabilecek plastik bir boru ile ortaya çıkıyor. Bu borunun üzerine kök hücre döktüğünü ve nefes borusu bütünlüğü bozulan hastalarda üzerinde kök hücre bulunan boruyu naklettiğinde insanların bu konfor bozan durumdan kurtulacağını söylüyor. Sanayide yaptırabileceğiniz basit bir plastik borunun saygınlığını sağlayan şey ne? Günümüz insanı için eskinin dini misali bilinmez bir mistik teknik detaylar ile ulaşılamaz hale gelen bilimin varlığı. Kök hücre gibi laboratuvarda yapılan bir ‘yeni kutsal’ var. Bu kutsalın kerametine de az sayıda insan ulaşabiliyor. Eskinin rahipleri misali. Akla uygun hale getirilen bir zan, bilimsel bilgi kutsiyetine kavuşuyor. Oysa bilimde sonuç kadar değerli olan şey ‘bilimsel metodolojidir.’ Bu olayda ilginç bir şekilde M sürekli medya üzerinden her şeyi gösteriyor. Bilimsel bir konu bilimsel dergiler ve akademilerde değil medya zeminini kullanarak varoluyor. Ve metodoloji asla konuşulmuyor. Çünkü medyanın metodolojisinde bu tarz yok ki! Ne var? Şov ve sonuç! M de bunu çok iyi kullanıyor. Çapkın yöntemini; bilim sosuna bandırılmış medya dilini kullanarak günümüz dünyasının tüm kutsal değerlerinin ne kadar da yüzeysel ve güvensiz olduğunu kanıtlıyor. Kurtarıcı olarak medyada var olduğu iddia edilen başarılar ile hasta/kurban buluyor. Üstelik bu garibanlar günümüz dünyasının kutsallarına güvendikleri için koşarak/yalvararak geliyorlar M’ye. M de ameliyatı yapıyor ve kısa süreli sonuçları başarılı göründüğünden kameralar karşısında şovunu yapıyor, mucizesinin gururunu yaşıyor.
Tarzları/metodolojileri farklı olduğu için dışarıdan bakınca salatalığım var diyene tuzlukla koşan saflar gibi görünüyor medya bu durumda. Sosyal medya ve medyanın ‘anlık ve yüzeysel oluşunun’ etkisi ile olayı bir malzemeye dönüştürüyor ve pek çok haber, belgesel ile şeytanı kutsuyor/büyütüyor. Şeytan büyürken, çapkın elde edeceğini elde edip de ortadan kaybolunca geride ne kalıyor? İşte gerçek bilim insanları ve gerçek insanlar günümüz sisteminin yarattığı bu sahte görüntülerin arkasında görünmeyenler, gerçeğin kendisi gibi!
Medyanın göstermediği, umurunda olmayan, peşini bıraktığı gerçek ne peki? Bu hastaların biri hariç hepsi acılar içinde ölüyorlar! Ölmeyen de plastik borusu çıkarılan biri!
Olayın ortaya çıkması ise vicdanı olan ve sonuçların kötü olduğunu anlayan bilim insanları ve gazeteciler. Bunlar akıllarına sistem tarafından kayyum atanmamış gerçek entelektüeller. Bedel ödeme pahasına gerçeğin peşine düşüyorlar. Ne mi oluyor? Elbette tüm belgeler ile kanıtlanmış olmasına rağmen gerçeği örtbas etmeye/karartmaya/kapatmaya çalışıyorlar. Çünkü bu canavarı göremedikleri için kendileri de suçlu. En büyük birlik duygusu suçta ortaklıkla olur. İşte Hollywood filmlerindeki banka soygunlarında en zayıf ve iyi olma ihtimali olan/çelişki yaşayanın gözcü olarak olaya dahil edilmesi misali. Bu artık asla kimseyi satamaz çünkü az da olsa ortaktır suça. Nobel Tıp ödüllerini de veren Karolinska Enstitüsü’nden bahsediyoruz bu arada. Bu tür belgeselleri görünce insanda güvensizlik duygusu/korku/şüphe de oluşuyor. Doğru olan tam da bu değil midir? Dışarıdan gelen her bilgiye eleştirel yaklaşmak. Elbette ancak doktorluk diplomaları, hastane yönetimleri, bakanlıklar vs ne için var. Bunları denetlemek için değil mi? Bu belgeselde ve benzerlerinde bir ismi ‘günah keçisi’ ilan ederek sisteme olan güven korunmaya çalışılır. İlk anda ceza alması gereken biri muhtemelen bu belgeselin etkisi ile bir tür ‘sosyal medya adaleti’ ile hak ettiği cezayı alacaktır. Peki hak/adalet neden sistem tarafından tesis edilmiyor da bu kadar meşakkatli bir yol ile adalete kavuşuluyor? Çünkü sistem için insan artık değersiz bir varlık. İhmal edilebilir bir detay konumunda.
Sonuç olarak sistem devasa bir canavarı göremeyecek kadar kör. Bu durum kapitalist değerlere yönelik bir şey olsaydı yüz kez fark edilirdi. Mevzu insan olunca sistemin umurunda değil. Vergiler, kurallara uyum konusunda tavizsiz ve net işleyen sistem insanın güvenliği noktasında büyük açıklar içeriyor. Rusya’nın alfa toksin var diyerek geri gönderdiği domatesler iç piyasaya sürüldüğü iddia ediliyor. Denetleme var mı? Yediğiniz gıdanın güvenli olduğuna ya da insana ait her konuda sisteme güvenebiliyor musunuz? Demokrasi ve devletler günümüzde sadece kapitalizmin bekçisi/görevlisi konumuna indirgenmiştir.
Haftaya bireyin neden haklarını savunamadığı ve örgütlenemediğini; sosyal medya ve psikologlar üzerinden bu belgeseldeki örneklerle devam ederiz.