16.07.2019
Üniversite -Bir Dekan Anlatıyor- isimli bir kitaptan bahsedeceğimi. TUBİTAK yayınlarından çıkmış. Harvard Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi bölümünün 11 yıl dekanlığını yapmış olan Henry Rosovsky kaleme almış. Kitapta Amerikan üniversite sistemini diğer ülkelerle kıyaslarken ilginç bir noktaya değiniyor Rosovsky. ABD’de biri Harvard Üniversitesi’ni bitirince, Harvard’ta kalma ihtimali binde birdir diyor ve ekliyor: oysa Doğu –ki doğudan kasıt Avrupa ve Japonya, bizi değerlendirmeye almıyor bile!-
Bir öğrenci Kyoto Üniversitesi’nden mezun olursa, Tokyo Üniversitesi’ne kolay kolay kabul edilmez ve genelde de kendi mezun olduğu üniversitede kalır. Bu tespitlerde bulunduktan sonra kendi sistemlerinin bunu yapmasındaki amacı iki nedene bağlıyor. Birincisi, öğrenci aynı üniversitede kalırsa kendisini yetiştiren insanlara karşı duygusal bağ hisseder, ikincisi de başka üniversitede başka bir ekolden gelen birisi bölüme yeni bir bakış açısı katar diye düşünür.
Doğu dediği ülkelerdeki durumu ise bir tür ‘’akraba evliliği’’ olarak yorumluyor. Rosovsky, doğuda yer alıp kitabın kapsamında değinilmeyen, üniversite anlamında değer görülmeyen ülkemizdeki durumu görseydi muhtemelen ‘’Ensest ilişki’’ olarak yorumlardı durumumuzu!
Ki bu garabet durum siyasi anlayışlar değişse bile değişmeyen siyaset ötesi, yapısal bir sorun. Pek çok üniversiteye bakın soyadları aynı hocalardan oluşur.
Bu durumu engelleme amaçlı ülkemizde pek çok kural konmuştur. Ancak bu kuralların çoğu, bir talep ya da isyandan dolayı değil, AB uyum yasası gibi “tercüme et, yapıştır” usülü ile oluştuğu için uygulamaya pek konmaz. Örneğin bir üniversitemizin İlahiyat Fakültesi’ne alınacak öğretim üyesi için ‘’Kuran ve sünnet rehberliğinde şeytanla mücadele edecek insan eğitimi üzerine çalışmaları olması’’ şartı konmuştu. Herkes olayın içeriğine takılmış ve ‘’Şeytanla mücadele edecek doçent’’ kısmına takılmıştı. Takılmamak da mümkün değil ancak asıl mesele o üniversite kadrosunun x şahsına tayin edilmesi meselesi...
Tezi “şeytanla mücadele” olan tek insan olduğu için verilmiş ve şahsa özel açılan bir kadro. Yasanın amacı batıda olduğu gibi üniversitelerin eksik olduğu alanlarda, üniversiteye katkı sağlayacak insanı almak... Teoride böyle, ancak pratikte olan şey ‘’Bizim adamcılık olayı! O insan ‘’Kuran ve sünnet ışığında laik eğitim’’ isimli çalışma yapsaydı da aynı kapıya çıkacaktı. Çünkü mesele içerik değil, mesele bizden olsun çamurdan olsun meselesi...
Ve bu durum sekülerde de muhafazakarda da aynı. Zaten asıl meselelerimiz siyasi bakış açısı farklılığından kaynaklananlar değil, yapısal olanlar.
Bu sıralar vizyonda olan ‘’Tolkien’’ filmine bakın. İngiltere’de 1900’lü yıllarda öksüz bir çocuk olan Tolkien, kilise aracılığı ile zengin bir ailenin desteğini görür. Zenginlerin okuduğu bir liseden mezun olur. Sonrasında da Oxford Üniversitesi’ne burslu olarak girer. Tam da 15 Temmuz’un yıldönümünde aklıma Fetullahçılar geldi. Dini referansları kullanan bir cemaat, Anadolu’nun fakir çocuklarını filmdeki gibi alıyordu. Ancak onları ülkeleri için birer meslek sahibi, iyi insanlar olarak yetiştirmekten çok ülkeyi ele geçirmek için kullanacağı bir araca çeviriyordu. Oysa Amerika laik bir devlet bile değil. Mormonların ya da Katoliklerim kendilerine ait üniversitelerinin olduğu bir yerden bahsediyorum! Amerika’da kimse devleti ele geçirmeye çalışmıyor. Hele ki bunu fakir ve yetenekli gençleri birer silah haline çevirerek hiç yapmıyor. Neden? Çünkü insanların gerçek ile bağı var. Şuursuz bir hayal dünyasında yaşamıyorlar. Ve her şey devlet demek değil. Gerçek ile bağı sağlayan şey ne? Elbette ki para! Bir Amerikan üniversitesi, bizdeki üniversiteler gibi gerçek hayatta yeni bir şeyler üretmeden, hiçbir patente sahip olmadan yıllarca yan gelip yatacak profesörleri tutmaz. Bizde ise hocalar döneme göre, siyasetin istediğine göre hareket eder ve siyasi olarak ofsayta düşmezlerse hiçbir sorun yaşamadan emekli olabilirler!
Şunu da yazmadan geçemeyeceğim: geçenlerde benim de takip ettiğim Haber Sol sitesinde bir yazar fena halde elmalarla armutları birbirine karıştırarak Aziz Sancar hakkında ‘’İzleyenler onun bir psikopat mı yoksa bir geri zekalı mı olduğunu anlayamadı. Amerikan laboratuvarı efektidir’’ şeklinde şaka gibi bir yorum yazdı. Yazar pek ciddiye alınmadığından olsa gerek pek gündem olmadı. Aziz Sancar bize bu topraklardaki tohumun kaliteli olduğunu, ancak sistemin, yani arazinin çoraklaştığını göstermesi açısından çok değerli bir örnek. Bilim dışı konuşmalarında gurbette uzun süre kalmış pek çok insan gibi tepkisel ve abartılı bir milliyetçilik söylemi var. Burası doğru ama o bu topraklardaki insanların iyi bir sistemle neler başarabileceğinin de kanıtıdır kendisi! Ki hocanın vefadan dolayı yaptığı konuşmaları bir tarafa bırakırsak gerçek şu ki eğer ülkemizde kalsaydı şimdilerde bir amfiye ve bir enstitüye adının verildiği Çapa Tıp Fakültesi’nde muhtemelen hoca olarak alınmazdı. İşte asıl meselemiz bu!