27.02.2022
Marcus Lenz’in “Rakip” adlı filmini, Kino 2021 Alman filmleri festivalinde izlemiştim. Almanya’da yaşlı bir çifte bakıcılık yapan Oksana, 9 yaşındaki oğlu Roman’ı merkezine alır. Oksana, Batı yanlısı olduğu için değil, mecburiyetten Avrupa'dadır. Ülkesindeki yoksulluktan dolayı çocuğunu arkasında bırakarak Almanya’ya gelmiştir. Bakımları ile ilgilendiği kadın ölünce işler değişir. Oksana işsiz kalma korkusu ve kaçak çalıştığı gerçeğini de göz önünde bulundurarak yaşlı adamın evlenme teklifini kabul eder. Zaten ülkesindeki annesi de ölmüştür, oğluna bakacak kimsesi olmadığından oğlunu yanına almak zorundadır. Tüm bu açmazları düşününce Romain Gray’in kitabının adı gibi bir çaresizlik söz konusudur “Onca yoksulluk varken.” Çaresiz genç kadın istemese de şartların zorlaması ile çıkar yol olarak bu evliliğe mecbur kalır. Hem Alman vatandaşı olacaktır. Zaten adam yaşlıdır, uzun yaşamayacağı açıktır!
Oğlu Roman eve gelince ve annesini bu yaşlı adamın yatağında görünce yönetmenin filme adını verdiği kelime ile söylersek onu rakip görür. Çocuğun, annesinin şartları gereği yaptığı tercihi anlaması da kabul etmesi de zordur. Kötü şartlar Roman’ın saf dünyasındaki tozpembe renkleri daha siyahın tonlarına dönüştürmemiştir. Ancak siyah bulutlar da Roman’ın ruhunun göklerinde gezinmeye başlamıştır. Tıpkı annesi Oksana’nın hayatının gençliğindeki gibi.
Bu haliyle bile film ağır bir dramdır. Ancak Alman yönetmenin hedef kitlesi olan Batılı entelektüeller için yetersiz görmüş olacak ki Oksana’yı bir karın ağrısı sonrası yattığı hastanede ölmesini gösterir. Böylece film bir çocuğun, dilini dahi bilmediği bir diyarda, düne kadar annesini elinden aldığını düşündüğü adamın insafına bırakır. Film artık insanın dünyadaki varoluşuna ve yalnızlığına evrilir. Böylece bir Ukraynalı anne-oğul dramından, entelektüel Batılı insanlara da hitap eden felsefi bir hissiyat filmine dönüşür. Yönetmen yine de tatmin olmamış olacak ki yaşlı adam da kalp krizinden ölür. Bizim gibi toplumlarda “Hiç fakirin yüzü güler mi?” Noktasından “aslında hepimiz yalnızız dünyada” hissiyatına evrilir. Entelektüel bir bunalım! Öyle tatlı bir hal ki çocuğun, annesinin yoksulluğu, birbirlerine kavuşamamaları, el kapılarında insanlıktan çıkarılıp bir robota, insanların hayatını kolaylaştıran bir malzemeye dönüşmeleri unutulur! Her şey eşitlenir. Evet yaşlı Alman, Almanya gibi bir ülkede doğduğu için rahat yaşamıştır. Oksana ve oğlu Ukrayna gibi bir ülkede doğduğu için bu haldedir ama en nihayetinde hepsi ölüyor işte! Bu moodda bir ruh hali din üzerinden dünyayı kötüleyip insanların odağını başka yerlere yönelterek sömürenlerden bir farkı yok aslında!
İnsanın aklına Nietzche’nin ‘Böyle buyurdu Zerdüşt’ündeki “Yalvarırım size, kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere!” Sözü geliyor. Dünyada eşitlik, insan gibi yaşayabilmek için odaklanalım! Bu odağı saptırarak, insanca yaşamamızı engelleyen her türlü vaatten toplumsal kimliğimizi koruyalım. Yanlış anlaşılmasın varoluş üzerine yapılan felsefesi düşünmeler ya da dini inançlar elbette olabilir. Ancak bunlar elimizdeki insani yaşama hakkını örtmek ya da kaybettirmek için kullanılmamalı!
İşte çağdaş denen, insan haklarının beyannamesinin olduğu, uluslararası hukukun olduğu dünyanın hali ortada. BM’e üye bir ülke tüm dünyanın gözünün önünde işgal edilmekte. Aynısını daha önce Irak’ta, Libya’da, Suriye’de gördük! İşgalcinin adı değişmekte ancak işgal gerçeği değişmemekte. Gerekçeler; kimi zaman demokrasi götürmek, kimi zaman stratejik güvenlik olmakta ancak hiçbir gerekçe ölen milyonları bir sayıdan öte görmemekte.
Daha önce bu köşede Tim Marshall’ın “Coğrafya mahkumları” adlı kitabına değinmiştim. Kitaba son olaylar olunca tekrar baktım. Bilirsiniz stratejik düşünce bir bilgisayar simülasyonu gibidir ve ruhsuzdur. Bu açıdan bakınca İngiliz istihbaratı adına çalışmış yazarın Ukrayna ile ilgili yorumu açıktı. Rusya, Avrupa ile sınırı ayıran dağların ardındaki düz Ukrayna ovasını asla bırakamaz. Nitekim bu aleni stratejik gerçeğe rağmen Batı ve Ukrayna’nın yöneticileri nükleer silahları olan Rusya’nın yapacağını bildikleri bu hamleyi yapmayacakmış gibi davrandılar.
Ukrayna halkı ölürken, psikolojik olarak yıkılırken onları bu gerçeğe rağmen gaza getiren Batı bloğu olayları sessizce seyretmekle yetindi. Hatta dünyanın en iyi medyası misali ABD Başkanı dakika dakika son anda felaketin haberini verdi. Bence, Biden’a yılın habercisi ödülü verilmeli. Yetmemiş gibi bombalar altındaki Ukrayna halkına “Dualarımız Ukrayna halkı” ile diyerek bir tür alay etti. Asla ABD askeri Ruslarla savaşmayacak dedi. Kahraman denen, ancak halkının bu acılarına gücü olmaması gerçeğine ve Batı’ya güvenip onların gazına gelmesi ile büyük bir payı olan Zelensky de sorumlu.
Diğer taraftan bazı ülkeler daha çok ölüm olsun diye silah göndereceklerini söylemekteler. Asker yok, Rusya ile savaşmak yok ancak daha çok Ukrayna halkı ölsün diye yangına ateş taşımak var! Yazık!
Hitler’e 2. Dünya savaşında Paris’i çatışmadan teslim eden Fransızlar değişmiş gibi. Paris yıkılmasın da Kiyev mi yıkılsın!
Ölen Ukrayna’nın garibanları, Rusların garibanları olacak. ABD, yeni bir soğuk savaşla Rus Çarı Putin’in eski SSCB ülkelerine hükmetmesine ve sömürmesine göz yumacak. Putin’in iktidarı sağlamlaşacak. Rus halkı ambargo altında ezilecek. Tıpkı Hitler gibi bir baş belasını durdurmanın bedelinin 20-25 milyon Rus’un canına mal olması gibi. ABD’de Avrupa’yı ve Rus-Çin hegemonya alanı dışındaki dünyayı sömürecek. Ne ala paylaşım!
Oksana’ların, Roman’ların adı bile anılmayacak. Onların insanca yaşama hakları, kanları üzerinden iki taraftaki diktatörler huzur içinde yaşayacak! Daha önce Aylan bebek ve adı bilinmeyen pek çok Iraklı, Suriyeli, Afgan insanın canları üzerinden gelecek kanlı bir refah!
İşte bu acı gerçekler yüzünden Attila İlhan’ın 90’larda SSCB çöktükten sonraki kitabının adı misali “Asıl şimdi sosyalizm” gerekli dünyaya!