01.05.2023
Balkan savaşı sırasında başta kolera olmak üzere salgın hastalıklardan dolayı çoğunluğu asker olan 10 binden fazla insanımızı kaybetmişiz. Bu acıdan dersler çıkaran tıp entelektüellerimizden Besim Ömer Paşa ve diğer öncülerin de katkısı ile GATA yani ordumuzun sağlık ile ilgili sorunları için bir tıp akademisi kurulması yoluna gidilmiştir. Bu bilgiyi nereden öğreniyoruz, sevgili Biket İlhan’ın “Bir Hekimin Anıları” belgesel filminden. İşin ilginci ülkemizde kadın hastalıkları, profesyonel anlamda ebelik eğitimi, GATA, Kızılay gibi kurumların kurulması ve gelişmesinde, kadın hekimlerin tıp fakültesine girmesinin yolunun açılması gibi pek çok meselede öncülük yapan bu değerimizi bırakın halkı, hekimlerimiz bile bilmiyor! Çok acı bir durum.
Hani şimdilerde bir ikileme var yerli-milli diye. Bu ikilemeyi duyunca hemen alarma geçiyoruz. Neden mi? Acaba yine hangi yolsuzluk, hırsızlık ya da kötülük bu kavramın arkasına gizlenmeye çalışılıyor diye. Ancak bu kavramın pek çok değerli kavram gibi kirletilmeden önce asıl anlamları ile bir ağırlıkları vardı. İşte Biket İlhan gerek bu filmi ile gerekse de “Hilâli Ahmet Hanımlar Merkezi” belgeselleri ile gençlere rol model olacak kendi kültürümüzden, tarihimizden idealist karakterleri göstermekte. Film, cumhuriyeti kuran o idealist kadroları hatırlatmakta. Bu filmlerinin en büyük kusuru ise filmlerin kendisinden kaynaklanmıyor. Filmlerin özellikle hedef kitlesi olan sağlıkçılar ve kadınlara ulaşmasını sağlayamayan TRT ve Kültür Bakanlığı başta olmak üzere kamu kurumları ve sinema alanında öncü olması gerekenlerdir.
Unutmayın iyi olanı öne çıkarmazsanız yerini kötü olan alır. Benzeri bir durumu siyasi hayatımızda da fazlası ile deneyimledik.
6 yıldır sürgünde yaşayan yönetmen Mustafa Altıoklar ile ilgili Can Dündar öncülüğünde kurulan “Özgürüz YouTube” adlı kanalda bir belgesel var. Altıoklar’ın hayatta kalabilmek için Almanya’da yaptıklarını anlattığı bölümde ilginç bir kısım var. Hitler dönemi ile ilgili film yapmak istemiş. Başvurduğu kurumlar ise “Sen bırak bunları kendi kültürünle ilgili bir şeyler yapsana” demişler. İşin ilginci bizde kendimizle ilgili filmler yapılınca bir değer görmüyor. Almanlar daha sıcak bakıyormuş bizimle ilgili şeylere. Bundan acı ne olabilir ki?
Yapmak zor, yok etmek kolay. İşte, Besim Ömer Paşa gibi Balkan savaşı acılarını ruhunda hisseden bu vatanın öz evlatları bir ihtiyacı görerek GATA’yı kurarlar. Ancak 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Fetullahçıların elinde olduğu iddiası ile bu kurumu kapatanların beş dakikasını almamıştır bu karar. Haklı da olabilirler Fetullahçıların elinde olduğu konusunda, buna diyecek sözüm yok. Ancak çözüm kapatmaktan ziyade temizlemek olmalıydı. İşin bir başka ilginç yönü de bu kurumun önemini bilen kurmay sınıfının da bu karara itiraz etmemesi.
Geçenlerde meclise bir yasa teklifi getirildi. meslek icrası esnasında ölüme veya engelliliğe neden olmaksızın sağlığın kısa süreli ve geçici olarak bozulmasına yol açmak meslekten 15 günden 3 yıla kadar men edilebilmenin yolunu açıyordu. Yani hekim hastasını pankreas kanseri nedeniyle hastasında yaptığı bağlantılarda bir kaçak gelişse meslekten el çektirilebilecekti. Bu teklifi tıp ile uzaktan yakından alakalı birinin teklif etmesi mümkün değil. Ancak altında tıp doktoru olan isimlerin de imzası vardı. İnanılır gibi değil. Muhtemelen de kendilerine karşı çıkan ve bir kulp bulunarak cezalandırmak isteyecekleri hekimler için kullanılacaktı. Hekim örgütlerinin ve muhalefetin de ısrarı ile teklif son anda geri çekildi. Ancak bu olay bize demokrasinin ülkemizde yanlış anlaşıldığı ve oturmadığını da gösteriyor. Teknik bir konuda sahada görev yapan o mesleğin üyelerine, örgütlerine danışılmadan yasa teklifi hazırlanıyor. İşte sınır dışı operasyonları olan bir ordunun sağlık kurumunun kapatılması da bu fiiliyattan kopuk, tepeden inme anlayışla iş yapmaya çalışan, gerçekten kopuk zihniyetin göstergesi değil midir? En basitinden deprem felaketi unutuldu gitti. Ancak ülkemize gelen ekiplerin hemen hemen hepsi yabancı orduların profesyonel sağlık ekiplerinden oluşuyordu. Kurmay askerlerin bu ciddi sorunu gündeme getirmemesi ve kabul etmesi anlaşılabilir bir şey mi? Teknik konularda o toplumun bu alana hakim insanları ve örgütlerinin görüşleri alınmadan yasa oluşturulmaya veya kurum kapatılmaya kalkışılıyorsa işte bu duruma demokratik sistem içine bir diktatörlük denilebilir.
Çin’de bir iş insanı profesyonel bir futbol takımı almış. Şart olarak da 130 kilo olan oğlunun her maç 10 numara oynatılması şartını koşmuş. Çocuğun görüntüleri var. Çocuk kıçını kaldırıp da koşamıyor bile.
Ülkemizin durumunu da özetleyen bir olay bu. Çünkü 11 kişilik takımın 7-8’i Çinli iş adamının oğlu misali. Beceriksizler, değer üretemiyorlar ancak her zaman ilk 11’deler. İşte Kızılay Başkanı ya da pek çok rektör vs gibi. Bu durum Almanya, İngiltere ya da ABD gibi ülkelerde bile sürdürülebilmesi imkansızdır.
Liyakatsizlik, talan düzeni de bir yere kadar işte. Yukarıda örnek verdiğim Çinli ve oğlunun hobi olsun diye aldıkları bir oyuncak bu futbol takımı. Peki Türkiye Cumhuriyeti birilerinin oyuncağı haline getirilebilir mi? Üstelik Çinli adam en azından ortaya bir para koymuş. Bunlar 85 milyonun ürettiği değeri epitopu 100 bin insana dağıtıyorlar.
Çinli adama takımı eleştirsek parasını ben veriyorum der. Bizimkini eleştirince din düşmanı, terörist vs diyor.