15.08.2020
1950’lerin ABD’si.... McCarthycilik, yani komünist cadı avı ülkeye hakim! Arkasında dönemin ABD iktidarı ve sistemi var. Neden? Çünkü Amerikan Komünist Partisi 100 bin üyeye ulaşmış. Bu sayı ABD nüfusuna kıyasla çok görünmeyebilir size ancak unutmayın ki iyi örgütlenmiş, sıkı bir komünist örgüt 100 bin üyeye ulaşmışsa bu devrim için önemli bir işarettir. Kapitalizmin amiral gemisi ABD bunu bizlerden çok daha iyi biliyor elbette ve hemen hukuk kurallarının zorlandığı niyet okumaların, jurnalciliğin, iftiraların egemen olduğu bir psikolojik baskı dönemine geçiş yapılıyor. Buna en iyi örneklerden biri yakın dönemde çekilen “Trumbo” filmidir. Bugün bu dönemin en önemli sembollerinden olan “Rosenberg çiftini” ele alalım. Çift SSCB’ye atom bombasının sırlarını vermek suçlaması ile 1953’de idam edilmişti.
Bu durum entelektüel dünyada fırtınalar kopardı. Jean Paul Sartre, Albert Einstein, Bertold Brecht, Frida Kahlo, Picasso hatta Papa XII. Pius idamın durdurulması için çağrıda bulunur. Sylvia Plath’ten Melih Cevdet Anday’a dünyanın dört bir yanından entelektüel de eserlerinde bu duruma değinir. İşte bugünkü asıl konumuzu oluşturanlardan biri de Fransız tarihçi ve yazar Alain Decaux ve onun bu konu ile ilgili “Rosenbergler Ölmemeli” isimli tiyatro oyunu. 1968’de yazılan bu oyun, dünyanın dört bir yanında oynanmış ve beğenilmiş. Ülkemizin değerli tiyatro ustalarından Orhan Alkaya da bu oyunu 2012’de İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahneye uyarlamıştı. Ülkemizin iklimine de uyan başarılı bir oyun olmuştu. Ben de Harbiye Sahnesi'nde izlemiştim o zamanlar bu oyunu. Sonrasında oyun apar topar kaldırıldı. Elbette iktidar oyundan memnun olmamıştı ve ülkemizin durumu hakkında yerinde tespitleri vardı! Ancak oyunun kaldırılma gerekçesi haklı ve ilginçti! Çünkü oyunun yazarı Decaux, SSCB arşivleri açıklandıktan sonra en azından eşlerden birinin casusluk faaliyetine dahil olduğu gerçeği ortaya çıkınca bu oyunun asla sahnelenmemesini talep etmiş. Bu durum hakkında sık sık düşünmüşümdür. Ben olsam ne yapardım diye. Evet, bir tiyatro oyunu olarak hala değerli ve doğru mesajları olan bir eser ancak gerçek bir olaya dayanması ve o gerçeğin farklı yönleri olduğunun ortaya çıkması ile nasıl bir davranış sergilerdim? Galiba Decaux gibi davranırdım. Çünkü Dostoyevski’nin dediği gibi “Gerçek her şeyin üstündedir, zavallı egolarımızın bile!"
Bir hukuk ilkesi misali... Zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur demek gerek belki de.
Diğer bir yönüyle de gerçek bir olaydan yola çıkılmamış ve tamamen kurgusal karakterler üzerinden bu oyunu yazsaydı oyunun başına bu tarz bir durum gelmeyecekti. Decaux’un entelektüel ve bilimsel namusuna saygı duymamak mümkün değil! Darısı bizdeki Ertuğrul, Osman Bey, Abdülhamit dizilerini çekenlerin başına diyelim!
…
4 yıl önceydi... Erzurum Devlet Tiyatrosu'nun Çehov’un iki oyununu birleştirerek sahneledikleri Ayı/Teklif oyununu turneleri sırasında çok sevdiğim bir dostumla birlikte seyretmiştim. Özellikle Teklif kısmı beni çok etkilemişti. Çehov’un bir oyunun provasını konu edinen oyunda, yönetmen Stanislavski ile kadın oyuncu arasında ilginç bir diyalog yaşanır. Stanislavski, bir sahnede gülmeyi abartan kadın oyuncuya kızar, oyuncu da bozulur ve sahnenin gereğini yaptığını söyler.
Stanislavski, oyunun tamamını okuyup okumadığını sorar. Oyunun devamında hüzünlü sahnelerin olduğunu ve bu gülüşün o sahneleri de düşününce, role yine de uyup uymayacağını söyleyebilir misin diyerek oyuncuya çıkışır. Oyuncu da özür diler ve hak verir yönetmene. "Yetmez ama evet" meselesi bugünlerde tekrar gündeme gelince aklıma bu sahne geldi. Entelektüel dediğimiz birey, sadece anlık olayları günübirlik değerlendiren insan mıdır? Yoksa bir satranç oyuncusu ya da bu tiyatro oyunundaki oyuncu misali ilerleyen hamlelerde ya da oyunun seyrinde ne olacağını tahmin eden, bilen insan mıdır?
Entelektüel insan o güne kadarki birikimi ile sadece güncel olayın anlık etkilerini değil, gelecekteki etkilerini de hesaplayabilen, düşünebilen insandır. Böyle olduğu için de topluma önderlik etmesi beklenir. Ancak bizdeki "Yetmez ama evetçi" entelektüeller maalesef Fetullahçıların değirmenine su taşıdıklarını bile fark edemeyecek kadar uzağı görememe hastalığından muzdaripler. Kılavuzu bu şekilde olan toplumun da burnunun b.ktan kurtulamaması maalesef doğal bir durum. "O günün şartları öyle gerektiriyordu" nevinden açıklamalar ise hala ders alınmadığının en büyük kanıtı maalesef.
…
Son olarak
Özel bir konuya değinmek istiyorum. Malatya İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi hocası ve Karaciğer Nakil Birimi Sorumlusu Prof. Dr. Sezai Yılmaz ülkemizin gurur duyduğu isimlerden biridir. Malatya'nın dünyanın en fazla karaciğer nakli yapılan ikinci merkezi haline getirilmesinde katkıları olan başarılı bir cerrahi hocasıdır. En son basına yansıyan Nakil Koordinatörlüğü Yüksek Lisansı için İlahiyat veya İktisadi-İdari Bilimler bölümlerinden mezun olma şartı ilanı üzerine kamuoyundan tepki çekti.
Atanan rektörlerin genelde İlahiyat Fakültesi hocası olduğu ya da imam hatip mezunu olduğu bir ülkede bu tepkisellik anlaşılabilir bir durum. Ancak işin pratiğini yapan ve organ bağışçılığının önündeki en büyük engelin dini gerekçeler olduğunu bilen birisinin bu uygulaması bence çok yerinde ve gerçekçi bir durum. Bazı medya kuruluşlarının Nakil Cerrahisi yapacak doktorlar için böyle bir şart aranıyormuş gibi çarpıtması da ibretlik. Ancak bu olay bile, toplumda dinin siyasete sürekli alet edilmesi karşısında insanların bu duruma karşı ne kadar hassaslaştığının kanıtı niteliğinde. Umarım muhafazakar entelektüeller de bu durumdan biraz ders çıkarırlar.