03.07.2023
Bütünün kaybolup parçaların bütün olarak kabul ettirildiği modern zamanlardayız. Bu bir ilke. Ülkeler açısından bakarsanız: Tayland sex turizmi, Kıbrıs, Gürcistan kumarhane, Arjantin soya üretim yeri, Türkiye göçmen kampı vs… Birey de aynı. Şimdilerde kucorsakademi’nin Instagram hesabı ile biraz vakit geçirdim. Sayfayı takip eden genç çocukların takip ettikleri ana sayfaya düşüyor. Aman Allah’ım kerameti kendinden menkul psikolog/kişisel gelişimci/yaşam koçu tayfasının paylaşımları var. İlişki, iş, yaşam hakkında ellerinde kılıç, yargı dağıtıyorlar. Sözüm ona bireyi öne çıkarmaya çalışıyorlar. Afilli terimler yaratıyorlar. Toksik, narsist, manipülasyon, gastlighting… kitapları da varmış. Aldım okudum birini. İnanılmaz bir şey. İnsana yaşamayı bir hap gibi sunmaya çalışıyorlar. Bunu da mistik bir guru pelerinine bürünerek yapıyorlar. Okuyan/takip edenler ne hissediyor diye düşündüm. Yaşamak; kitaplardan, filmlerden, gezmeden, insanlarla bağ kurmadan, olayları yaşamaktan kısacası dış dünya ile bir şekilde temas kurup etkileşim ile oluşan bir şey. Ancak aslolan bu etkileşimi aklımızla nasıl yorumlayıp, içselleştirdiğimizde. Dışarıdan bir gıdayı yediğimizde vücut bunu ne yapıyor? Önce sindirip en küçük yapıtaşlarına dönüştürüyor. Dışarıdan gelen bir şeyi olduğu gibi kabul etmiyor. Önce parçalarına ayırıyor sonra da işine yarayacak olanı alıp kullanıyor, geri kalanını da atıyor. Dikkat edin dıştan geleni yeniden yorumluyor ve değiştirerek kendine ait bir şey haline dönüştürüyor. Vücudun bir mekanizması var. Kimse bu özgün mekanizmaya müdahale ederek değiştiremez. Ancak sosyal medyanın bu mistik guruları/şeyhleri elma yiyen insana glukozunu alma fruktozunu al diyorlar. Nasıl olacak bu? Mümkün değil ki. O zaman elma yeme ya, şart mı diyorlar. İnsanlığın kutsal kitaplarının sembol meyvesi elma da yalan oluyor böylece. Aslında yalan olan bütün halindeki insan.
Aslında solumak gibi doğal/içgüdüsel bir şey yaşamak: acısı, sevinci ile. Ancak doğru soluk nasıl alınır diye sayfalar görünce iyice şaşırdım. Bu bireyi öne çıkarıyor gibi görünen şeyler sen özelsin gibi başlasa da genel öneriler sunuyor kendince. Genelin olduğu yerde bireyden ne kadar söz edilebilir ki? Bunlar erişkin insanları uyuşturan, çocuklaştıran tuzaklar. Çocuklar acı ile yüzleşmekten doğal olarak kaçarlar çünkü acıya karşı mücadele edecek mekanizmaları gelişmemiştir. Çocuklar acıyı kabul edemezler. Kaçarlar, ağlarlar. Kendileri çözemez ebeveynlerinden beklerler. İşte pozitif psikoloji ya da new age akımlar modern dünyadaki çocuksu yetişkinlerin ebeveynleri rolünü üstlenmekte. Bu rol için de bir miktar para, tıklanma yeterli. Birey olmak için yola çıkıp uyuşturucu bağımlısı misali bir ruh haline dönüşmek acı. İş yerinde sorun mu var, sevgilinle sorun mu var, her türlü insan ilişkisinde hemen bu gurulara koşun. Onlar da sizlere duymak istediğinizi yani uyuşturucunuzu versin. Ta ki bir dahaki doza kadar mutlu mesut yaşayın. Para vererek kendini bir tür kafese kapatmak bu olsa gerek. Başka bir yönüyle bakarsanız tarikatçı/cemaatçi ekiplerin yaptığı da aynısı! Şekil farklı öz aynı. Hepsi danışanlarını/müritlerini mutlu etme vaadinde. Hepsi elmayı yedirip elma parçasını karaciğerde kullanılmasını öneriyor. Ve hepsinin sonu da değişimin/olumlu bir hayatın anahtarı olan acıyı hayatlarınızdan kovmak. Günümüzün en büyük dini olan kapitalizm de tüketim/mutluluk mantığı ile aynı mekanizmayı kullanıyor. Mutluluk alınan nesnelere indirgenmiş konumda. Ve sürekli tekrar dozlarına muhtaç bir mutluluk kafesi bu da. Yeni iphone modeline kadar her şey.
Aldous Huxley’in senaryosunu yazdığı 1943 yapımı ‘Madam Curie’ filmini düşünün. 6345 kez aynı deneyi tekrar edip yılları geçen Curie psikoloğa gitseydi ne derdi psikolog?’ Amaan sana başka deney mi yok, üzülmene değmez, sen zaten muazzam birisin’ sonra Curie geçici bir mutluluk yaşardı ancak Curie bugünlerde hatırlanmazdı. Direnenler, mücadele edenler hatırlanır tarihte.
Biz sosyalizmi savunuyoruz. Peki nedir bu bireyi öne çıkarma halleri. Sovyet deneyiminden gördük ki birey olmadan birlikte bir toplum hayali ancak otoriter bir düzen getirir. İbrahim’in putları kırmak gibi devrimci bir başkaldırısı sonrası elindeki baltayı başka bir puta teslim etmiş olduğunu düşünsenize ne kadar saçma olurdu. İşte sovyetizm de şimdiki Çin de aynı saçma düzen!
‘Kül en saf beyazdır’ filminde bir sahne aklıma geliyor. 30 bin nüfuslu kasaba 3 ay sonra kömürcülük işinin bu bölgede devlet kararıyla biteceğini ve herkesin trenlerle 300 km uzakta başka bir kasabaya taşınacağını ve orada tarım ile uğraşacakları gösteriliyordu. Gelişim için planlama elbette şart ancak bu planlama 3-5 insanın dudağı arasında olmamalı. İşin içine binlerce insanın aklı karışmalı ki hem insani hem de daha verimli olsun. Aksi durum neyi ifade eder? 30 bin iradesi yok sayılan insan bir tür biyolojik robota dönüşmüş demektir ki bu durum nereden bakarsanız bakın acı bir durumdur.
Çizgi film benzeri demiştim ülkemiz için. İşte son seçimler ve sonuçları ortada. Herkes başarılıymış. Bu şu anlama da gelir herkes bu sistemin devamından yanaymış demek ki! Sıradan halk ise teselliyi meşrebine göre tarikat/new age akım temsilcileri ya da pozitif psikologların şeyh/gururlarının uyuşturucularına mahkum durumdalar. Kaybetmeyi bilmeyen kazanmayı nasıl bilebilir ki? Bireyi önce ortaya çıkarmalı sonra da bunların örgütlenmesi ile sağlıklı bir toplum oluşturmalıyız. Aksi durumda siyaset dediğimiz şey siyaset değil. Örnek yeni iktidarın merkez bankası başkanı ve maliye bakanı seçimi muhalefet kazansaydı da atanabilirdi. Belki adı farklı olurdu ancak yapacakları aynı olurdu. Çünkü siyaset artık ekonomi, göçmen politikaları gibi yaşamsal konulardan dışlanmış konumda. Bunlar sistemin dayatmasına mahkum ve söz hakkımız yok bu konularda. Daha doğrusu bizler bütün halinde yokuz, artık parça olarak varlığımız kabul ediliyor ancak.