06.01.2019
Ayhan Sicimoğlu’nun televizyonda gezi programı var. Arkadaşın evine eski zamanlarda bir gün gittiğimde bir bölümüne denk gelmiştim. Sicimoğlu her zamanki egosu tavan yapmış haldeydi. Arjantin’i gezerken, bir çadır gördü. Üzerinde Fakland Ada’sı gazilerinin hakkını verin gibi bir şeyler yazıyordu. Sicimoğlu kameraya döndü ve bakalım dertleri neymiş diye girdi çadıra. Adamlarla İspanyolca bir şeyler konuştu. Size izlerken onları çok önemsiyormuş gibi hissettiren bir konuşma oldu aralarında. Ardından çadırdan çıktı. Kameraya dönüp olayı özetledi. Adamlar 1982’deki Fakland krizinde gönüllü olarak orduya yazılmışlar. Şimdilerde O savaşa katılanlara meclis maaş bağlanmasını kararlaştırmış. Ancak bunlara verilmeyecekmiş. Çünkü savaşa aktif katılmış olma şartı konmuş. Bunlarda bize görev verilmedi verilseydi katılırdık diyerek kendilerine de maaş bağlanmasını talep ediyorlarmış. Bu özetten sonra az önce adamlara hak verir şekilde diyalog kuran Sicimoğlu kameraya bakarak adamların o milliyetçi duygularla istediklerini belirttikleri hak için ‘’Biraz para sıkışmış alırlar’’ dedikten sonra gidelim dedi kameramana(!) Anlayacağınız bizim sinemamızın büyükleri(!) kapitalizmin kendilerine ters esen rüzgarı karşısında sinema sanatını korumak için yaptıklarını iddia ettikleri mücadele için de fazlaca konuşmaya gerek yok. Sicimoğlu’nun yorumu gibi biraz para sıkışmış alırlar diyip geçelim. Çünkü sinema sanatını bir parça düşünseler iktidarın bu yasa ile onların sıkışan parasını kurtarmak karşılığında SANSÜR’ü getirmesine itiraz ederlerdi. Zaten muhaliflik ve sanatcılık bu tür durumlarda dik durma ile kendini belli eder. Yoksa İvedik beyin sosyal medyada portakal, çilek paylaşımı ile değil.
…
Çıkaran Adam…
Bu ülkede bazı insanların inanılmaz bir dokunulmazlıkları var. Örneğin bir gösterisini sinema salonlarında film niyetine oynatarak sinema sanatına saygısını gösteren Cem Yılmaz.
Bir fıkra vardır. Papa Newyork’u ziyaret edecektir. Havaalanından iner inmez Cengiz adında bir gazeteci bir soru sorar. Efendim, Newyork’daki genel ev için ne düşünüyorsunuz diye? Papa’da Newyork’da genel ev mi var der? Yarın gazetenin manşeti ‘’Papa uçaktan iner inmez genel evin yerini sordu.’’ Bizdeki acar gazeteci Cengiz Semercioğlu’nun mükemmel gazeteciliğine de şapka çıkarıyorum. Mars grubun temsilcisi kadına ‘’Siz şimdi Cem Yılmaz olmazsa başka Cem Yılmaz’lar mı çıkar’’ diyorsunuz diye soru sormuş. Kadında ‘’Tabi ki de çıkar. Fırsat verilen her yetenek çıkabilir’’ demiş. Tamamen Papa’ya soru soran Cengiz misali bir durum(!) Ancak Cem Yılmaz durur mu? Yapıştırmış cevabı ‘’Bunu cümle alem duysun Cem Yılmaz çıkaracakmış mış mış! Cem Yılmaz çıkardı haberin yok…terbiyesiz.’’ Adı Cem değil de Talat Bulut olsa yer yerinden oynamıştı, kadın hakları diye. Ancak ilginçtir bu söz gayet doğalmış gibi kimse tarafından eleştirilmedi. Hatta başka büyük komedyenlerimizde ‘Cem gereken cevabı verdi’ şeklinde olaya yaklaştılar, ilginç!
…
Bu son tartışmalar bize bir kez daha gösterdi ki olaylara bütün olarak bakmamız gerek. Sinemayı izole edersek asıl büyük sorun olan piyasalaşmayı gözden kaçırırız. Şimdilerde iktidarın sansür karşılığında desteği ile Mars grubun tekelleşmesine direnen popüler sinemacılarımızın gördüklerini sanat sineması yapanlar 2016 yılında ‘’Kapalı Gişe’’ filmi ile görmüşlerdi. Hatta o zamanlar kapitalizm rüzgarı kendilerinden estiği için susan şimdinin mağdur ve çıkaran sinemacıları o zamanlar neredeydi?
Tüm bunlar esas sorunu görmemizi engelliyor. O da Zeki Demirkubuz’un 2016’da bir röportajında ortaya koyduğu şey. Demirkubuz röportajda ‘Tayyip Erdoğan sanat filmleri için Mars gruba dese ki ‘’Eyy, Mars grubu, ben bu çocuklara çok üzülüyorum kardeşim, sen çekil kenara’’ dese… Yani bazı alanlarda yaptığı müdahaleleri sanat sineması için de yapmaya karar verse ve ‘’Ben bu entellerin filmlerini bir sene boyunca oynatacağım.’’ dese, ne olur? Kaç kişi izler bu filmleri?
Evet asıl sorun bu? Halkın kültürel olarak geri kalması ve sinemamızın da halktan iyice kopuk hale gelmesi. Üzerinde düşünülmesi gereken esas mesele bu.
Cansel Karacan’ın ‘’Annemin Sinemaları’’ adlı belgeselinde 1970-1980 arası Adana’da açık hava sinemaları, Menderes Samancılar, Semir Aslanyürek gibi sinemacıların ve halkın anıları ışığında anlatılmakta. Filmde beni en fazla etkileyen şey halkın talepleri doğrultusunda filmler yapılması, hatta Aydemir Akbaş’ın çaycıyı oynadığı ve bir dakikadan az görüldüğü ilk filminde kullandığı bir repliğin seyirci tarafından çok beğenilmesi üzerine Adana’da bulunan yazlık sinema sahiplerinin yapımcılara Aydemir Akbaş’ın başrol oynadığı bir film yapmalarını sipariş etmeleri gibi doğrudan demokrasi benzeri bir sinema anlayışı varmış. Şimdilerde ise halkın isteğinden çok dayatılan ucuz popülist filmler ya da halktan kopuk ancak eleştirmenlerce beğenilen filmler var.
Oysa Nur Akalın’ın ‘’Şehir Filmleri Attila İlhan’’ kitabında Attila İlhan’ın dediği gibi ‘’REJİSÖRLERİ YAŞATAN ELEŞTİRMENLER DEĞİL, SEYİRCİLERDİR.’’