27.11.2022
Çocukları merkezine alan pek çok film var. Yakın zaman ülkemiz sinemasından örnek verecek olursak: “Sivas”, “Kar Korsanları”, “Mavi Bisiklet.” Bu filmler, anlatmak istediği şeyleri çocuk masumiyeti ve bakış açısı ile yansıtırlar.
Çocuklar üzerinden yapılan filmler genel olarak başarılı oluyor. Ancak Aydın Orak’ın “Sabırsızlık Zamanı” filmi bendeki bu düşünceyi yıkmayı başarabildi.
Filmin işlemek istediği konu aslında güzel. Şehrin fakir mahallelerinden birinde yaşayan iki kardeşin Diyarbakır’ın meşhur sıcağında serinlemek için havuza girme istekleri ve mücadelelerini anlatıyor.
Filmi izlerken aklıma Majid Majidi’nin fakirlik karşısında çocukların mücadelesini anlatan “Cennetin çocukları” filmi geldi. Ali ve Zehra’nın hikayesi anlatılır. Ali, kız kardeşinin ayakkabısını tamirciden getirirken kaybeder. Bu durumu ailelerine söyleyemezler. Çünkü babası hem kızacaktır hem de zaten yenisini alabilecek maddi durumu yoktur. Bu gerçekleri bilen iki kardeş hayatın getirdiği bu zorluğu birlikte mücadele ile çocuk masumiyeti içinde aşmaya çalışırlar. Zehra sabah okula gider, dersten erken çıkıp Ali’ye ayakkabısını verir. Ali de öğle okula gidebilir böylece. Ancak Ali koşarak gitse de okula geç kalır ve azar işitir hep. Tam bu sırada okulda bir koşu yarışması olacaktır. Ali hem hatasını telafi edebilecek hem de bu yoksulluk karşısında bir çıkış ışığı görmüştür. Heyecanlanır. Zaten şartlar onu koşucu yapmıştır. Her gün okula yetişmek için depar atar. Ancak ciddi bir sorun vardır. O da birinciye üç haftalık tatil ve eşofman takımı, ikinciye iki haftalık tatil ve kırtasiye seti, üçüncüye ise bir haftalık tatil ve ayakkabı hediye edilecektir. Ali elbette üçüncü olmaya odaklanmıştır çünkü fakirlikte her şeyi temel ihtiyaçlar belirler. Ali de fakir bir ailenin çocuğu olarak kapitalist dünyanın yarattığı algının gereği olan birincilik için değil gerçek dünyanın ona dayattığı üçüncülük için yarışır. Ancak dördüncü olmamak için dozu ayarlamaya çalışırken birinci olur. Herkes onu tebrik ederken o başı öne eğik ve üzgündür.
Majidi’nin “Cennetin renkleri”, “Baran” filmlerinde olduğu gibi kapitalist dünyanın ezilenleri olan çocukların masumiyetlerini öne çıkararak ortaya çıkardığı yüzeyde kırmadan dökmeden yaptığı ancak kalbinizde derin sızılara yol açan bu başyapıtları hem onun adını sinema tarihine altın harflerle kazınmasını sağladığı gibi, insana dair de naif ve derin duygular oluşturan bir hissiyat bırakır izleyicisinde.
Orak’ın filminde ise bu naiflikten eser yok. Çocuklar çocuk değil. Sanki yaşını almış, yüzeysel okumalar yapmış ve belli bir kalıba dahil olmuş bir ergenin yarım yamalak çiğ laf sokmalarını izliyoruz film boyunca. Tekrarlayan sloganlardan başka yansıtılan hiçbir şey yok.
Sinemanın en önemli öğesinin senaryo olduğuna inanırım. Çünkü ister sinema ister roman ne yaparsanız yapın bir derdiniz olmalı. Ancak bu derdi de sloganlarla değil az çok estetik bir dille anlatmak gerekir ki insanlarda bir hissiyat oluşsun.
Sorsan eminim derin politik göndermeler yaptım der. Evet yapılmış ancak onlar da sosyolojik gerçekle uyumlu değil. Örneğin okullarda dersler artık boş geçmiyordur. Çünkü kapitalist sistem öyle bir hale geldi ki altı yıl boyunca atandığınız yerden ayrılmamanız şartı ile devlet atama yapıyor ve bu ağır şarta rağmen yerler boş kalmıyor. Çünkü ülkenin sosyolojik gerçeği atanamayan öğretmenlerdir. Gencecik öğretmenlerimiz tüm risklere rağmen gençliklerinin en önemli yıllarını mecburi hizmetle geçirmekte.
Ayrıca zenginlerin kaldığı site denilen bölgede olsa olsa küçük-orta burjuva bir sosyolojik sınıfı temsil ediyor. Zaten bu ekonomik kötüye gidiş devam ederse artık bu sosyolojik sınıfta yok olacak. Memurdan zengin olur mu ya?
Bir erişkinin ergence çocuksu siyasi sloganlarını çocuklara söyleterek politik bir film yapmış olunmuyor. Hatta tam tersine irrite edici (sarsıcı anlamında değil, çiğlik anlamında) bir sinema dili ortaya çıkıyor.
Çaresizliği ise finaldeki trajedi ile örtmeye çalışmış Orak. Ancak bu bile kurtarmıyor. Gerçekten uzun zamandır izlediğim en çiğ film maalesef buydu.
Toplumdaki gerilimi iktidar kendinden uzaklaştırmak için bir şekilde zayıf halkalara yönlendirmek zorunda. Örneğin sosyal medya üzerinden sokak hayvanlarını hedef gösterme eğilimi var. Depremler misali küçük depremler büyük deprem oluşmasını engeller çünkü enerji birikimi azalır. Bir sorunu çözmenin yolu yok etmek olmamalı. Başka çözüm yolları bulabilir insanoğlu/kızı. Çünkü yıl 2022.
Bu örnekte olduğu gibi asıl sorunu öne çıkarıp onunla mücadele etmezsek farkında olmadan sorunun asıl kaynağına destek olmuş oluruz.
Bu arada filmi izledikten sonra bir kahvede oturdum. Çok sevdiğim bir arkadaşımla yazışırken, teknoloji içine doğan nesilden olmadığımdan, AirDrop uygulaması açıkmış. Arkadaşımdan mesaj geldi zannedip ekrana dokundum bir baktım fotoğraflar yüklendi. Gencecik bir kızın çıplak fotoğrafları ve telefon numarası. Belli ki para için düşülen bir hal. Yanlış anlaşılmasın meselem kızı suçlamak değil, mesele o kızın bu şekilde para kazanma düşüncesi içine girmesine zemin hazırlayan şartlar.
İşte ülke gerçeği bu yaşadığım olay. Yoksa ergence politik söylemlerin inanın hiçbir değeri yok. Hem artık bu saçma semboller, sloganlar üzerinden siyaset konuşmak, kafamızı kuma gömmek değil midir?