24.07.2023
Saeed Roustayi, 33 yaşında İranlı genç bir usta. “Leyla’nın Kardeşleri” adlı son filmi bu hafta köşemizin onur konuğu. İran’da sinema, otoriter rejimin baskı ve ekonomik sömürü düzenine karşı, ülkenin entelektüel potansiyelinin kendini ifade etmek için seçtiği bir araç. İran yaşadıkları ve sistemi ile bize çok benziyor. Keşke sinemamız ve entelektüelimiz de benzeseydi. İranlı yönetmenler ayakları İran’a basan, toplumlarının sorunlarından yola çıkarak evrenseli yakalamayı başaran insanlar. İran sinemasında bir konu işlenirken arka planda mutlaka İran'ın sosyolojik yapısına dair bilgiler, izler görürüz. Bizdeki gibi pırıl pırıl genç bir savcı Anadolu’ya gidip de oradaki gerici, vahşi halk tarafından katledilmeye çalışılma çiğliğine girmezler. En basitinden gördüğü anın fotoğrafını çekmekle yetinmezler. Entelektüel dediğiniz sadece olanı değil, olanın arka planını da sorgulayan değil midir?
Bu noktada ara ara düşündüğüm bir şeyi vurgulamak isterim. 80 darbesi sonrası katledilen, kaçan entelektüellerimiz, sonrasında Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok gibi pek çok entelektüelimiz yok edilmeseydi farklı olur muydu? Örneğin mafya liderlerinin menfaatlerine dokunan olaylar olunca ya da arka planda, karanlıkta güç grupları arasında çıkan kavgalar olmasa halkın gerçeği görme hakkı elinden alınmış konumda. Allah’tan imkanları ölçüsünde büyük işler başaran Murat Ağırel, Timur Soykan, Barış Terkoğlu Barış Pehlivan, Ahmet Şık gibi değerli, gazeteciliğin yüz akı isimler var. Ancak gerek 80 darbesi gerek 90 karanlığı cinayetleri ülkenin entelektüel birikimine ağır darbe vurduğu açık. Üstelik sadece entelektüel çoraklığı değil onları destekleyecek bir zeminin de olmadığı ortada.
Kötü para iyi parayı kovar ilkesi her yerde geçerli. Eğer, Uğur Mumcular’ı ortadan kaldırırsan Tuncay Güney, Mehmet Baransu, Veysi Ateş, Özışık kardeşler ya da her akşam televizyon ekranlarında dekor olarak gördüğümüz gerçeği değil, gerçeğin yerine konulacak algıyı yaratarak gerçeği örten sözüm ona gazetecilere mahkum ediliriz.
İran’da da benzer bir durum oldu. Ancak onlar dipten gürül gürül akan bir nehir oluşturmayı başardılar. İran sineması; toplumu için umut vaad eden bir alternatifin, muhalif zekanın olduğunun kanıtı olarak sineması başı dik bir şekilde meydan okuyor. Bizde olduğu gibi isimlere takılıp kalmıyor, güncel siyasetin çiğ tarafgirliğine kendini kaptırmıyor. Konunun heyecanına dahil olmuyor, olayın arka plan analizini yaparak, toplumunu dönüştürmeye çalışıyor, geleceğe hazırlıyor.
Kadının metalaştırıldığı en aşağılık kapitalist araçsallaştırmalardan biri pornodur. Ve bu ciddi ekonomik hacmi olan bir sektör haline dönüşmüştür. Ben de Zekeriya Beyaz Hoca gibi olayı inceledim. (yazın hocanın adını ve porno diye Google’a) İlginç bir şey var. Bu iş için fiziksel olarak seçilmiş insanlar ve kaliteli ekipler varken bir tür olarak ifşalar ya da amatör çekimler rağbet görüyor. İnsanlar bu türü ciddi şekilde talep ediyor. İşte gerek SP olsun gerek son çıkan Diyarbakırlı versiyonu olsun toplum tarafından merakla takip ediliyor. Her akşam ekranlarda profesyonel ekipler ve aktörlerle çekilen programları değil bu insanların ifşalarını halk daha fazla takip ediyor. Çünkü ekranlarda gösterilenin manipülatif ve gerçek olmadığını biliyor.
Filme de az değinelim. Çünkü hakkında kitap yazılacak bir filmi yazıya sığdırmak mümkün değil. Film toplum tarafından ezilen ancak bu ezilme karşısında kendi gerçeğini bulmak yerine, onu ezen toplumun kurallarına sadık kalan ve bir gün bu saçma sistemde itibar elde edeceği düşüncesinde bir baba figürü var. Aklı başında, çalışan ancak hiçbir zaman hakkını alamayan ve sistemin yarattığı haksızlıkla mücadele etmek yerine korkup kaçan ve sisteme karşı mücadele edemeyen babanın daha istikrarlı bir versiyonu olan büyük abi karakteri var. Bir kardeş sistemin kurallarının açığını bularak sınıf atlayacağını düşünüyor. Bu kardeşin mantığının beyhudeliğini başka bir başyapıt olan Safdie kardeşlerin “Uncut Gems” filminde de görüyoruz. Diğer iki kardeş aslında eli iş tutan ancak imkan verilmediği için potansiyellerini gösteremeyen üstelik de sistem yerine bu başarısızlıkta kendilerini suçlayan insanlar. Anne ise bizim gibi toplumlarda kadının düşürüldüğü hali net gösteren bir prototip. Onu ezen sistemin savunucusu ve sistemin ihtiyacı olan kopyaları oluşturmakla görevli biri.
Tüm bu aile profili içinde bir tek Leyla var. Durup düşünen ve mücadele ederek, yeni bir gerçeklik kurma çabası içine giren. Akışa, sistemin ona biçtiği role boyun eğmeyen, yeni bir yol yaratan bir entelektüel ve kahraman o. Ancak insanın doğduğu sistemin yanlışlarını ciddi bir sorgulama sürecinden geçirmeden kabullenmesi kolay değildir. Öyle de oluyor. Üstüne bizdeki ekonomi benzeri doların birden fırlaması gibi sistemsel etki ile aile felakete sürüklenir. Ve kurtuluş başka bahara kalır. Üstelik Leyla bir tür Kassandra misali gerçeği görür, söyler ancak kimseyi inandıramaz. Yetmezmiş gibi bir de tüm suç yine ona ihale edilir.
Filmdeki baba karakteri hayali Abdülhamit hikayeleri uyduran iktidar gibidir. Erkek kardeşler ise gerçekle yüzleşme cesareti göstermeyen hala günü kurtarmaya çalışan muhalif fikirler gibi. Ve Leyla kendisinin düşünsel olgunluğuna ulaşamamış toplumda değeri bilinmemiş entelektüellerimiz gibidir. Filmdeki baba figürünün ezik hayalleri ya da sistemin zenginleri koruyan, üretmek isteyen halkı ezen, onlara imkan vermeyen durumu ile bir yere varmayacağı açık. İşte geldiğimiz nokta da tam da bu değil mi?
Filmde Leyla’nın dediği gibi “Bize nasıl düşüneceğimizi değil, neyi düşüneceğimizi öğrettiler.” Ancak gelinen noktada ekonomi, üniversitelerimiz, üretim, sanayi, bilim gibi konuları gerçek anlamıyla gündeme alıp çözümler üretmezsek, bu konulara enerjimizi harcamazsak “Biz” diye bir şey kalmayacak. Lütfen Ulusal Egemenlik Bayramımızda kadınlar ve gençler öncelikli olarak bu konuları düşünsün. Çünkü Cumhuriyet fikrinin son kalesi bunlar.